Hayatta yaşanan büyük olaylar çoğunlukla insanı pek az etkiler;kişinin bilincinden çıkarlar ve onlar üzerine düşündüğümüzde,bu olayların gerçekliklerini yitirdiklerini fark ederiz.Tutkunun kızıl çiçekleri bile,unutuluşun gelincik çiçekleriyle aynı tarlada yetişir sanki.Onların hatırasının üzerimizde yarattığı ağırlığı reddeder,onlara karşı merhemler yaratırız içimizde.Ama küçük şeyler,önemsiz şeyler,bizimle kalırlar.Beyin en narin,en geçici izlenimleri ufak,fildişi bir hücrede saklar.
Endüstriyel toplum, fabrika üretimi düzeninin egemenliğinde bir sosyal örgütlenme biçimidir. (11) Endüstri devrimi, ünlü tarihçi Toynbee'yi izleyerek ifade edersek, ilk defa 18. yüzyılın ortalarında İngiltere'de ortaya çıkmıştır.
Endüstri çağı, "en çok değişen ve en çok değiştiren çağ" olarak adlandırılmıştır. Freyer'e göre İngiltere'de endüstri toplumu altı dalga halinde gelişmiştir. Bunlar: (12)
-Dokuma dalgası,
- Demir ve çelik dalgası,
- Ulaştırma çağı dalgası,
- Kimya çağı dalgası,
- Elektrik endüstrisi dalgası,
- Benzin motorları çağı.
Daha sonra bu dalgalara yedinci olarak, atom çağını eklemek yoluna gitmiştir.
(11) Hirszowicz, M.; (1985); Indrustrial Sociology, St. Martin's Press, New York, s.1
(12) Freyer, H.; İndüstri Çağı, İstanbul, 1954, s.14-17.
Merhaba bugün aşırı darkromance bir serinin ikinci kitabının yorumu ile geldim.
Yazardan okuduğum ikinci kitap sıkı bir şekilde okumuyorum aslında elimin altında kalsın boş zamanlarda okuyayım diye başladım.
Zade ilk kitaptan beri sevdiğim bir karakterdi, fare de sevdiğim bir karakterde olsa bu kitabın ilk yarısı beni gerdi. Zade beklemek aşırı zordu ve ilk kitabı okuyan bazı insanların bile bu kitabı okuyabileceğini düşünmüyorum.
Kitap için iyi yada kötü diyemiyorum, yine de sonunu sevdim.
Okumayı düşünenler uyarıları kesinlikle dikkate alsın.
Kitap kesinlikle artı on sekiz hatta artı yirmi dört bile olabilir. Yine de okumak isteyenlere şimdiden iyi okumalar.
Türk kamuoyunu ilmî ve fikrî bakımdan besleyecek Türkoloji ağırlıklı bir dergi çıkarabilirdi. Çok geçmeden teşebbüse geçer, arkadaşlarıyla toplanır; aralarında para toplarlar ve 15 Mayıs 1931'de Atsız Mecmua'nın ilk sayısını çıkarırlar. Kapakta aylı bir bozkurt resmi, "Atsız Mecmua" adının altında "Aylık Fikir
tıp, hukuk, bankacılık -bunlar hayatı sürdürmek için gereklidir. peki ya şiir, romantizm, aşk, güzellik? bunlar ise uğruna hayatta kaldığımız şeylerdir.
Atsız, Askerî Tıbbiye'de iken Türkçü yayın ve faaliyetleri takip ediyordu. Bunu "Yeni Mecmua'nın 20 Kasım 1923 tarihli 85. sayısına gönderdiği" okuyucu mektubundan anlıyoruz. Mektupta "Türk Ocaklarının siyasi bir kuruluş olarak uğraşması gereken işlerden söz etmekteydi." (Deliorman 2013: 14). Yücel Hacaloğlu "... 1921-1922 yıllarında, haftalık bir mecmuada 'H. Nihâl' imzası ile, 1923-1924 yıllarında günlük bir gazetede, 'Askerî Tıbbiye öğrencisi H. Nihâl' imzası ile ve yine 1922 ile 1925 yılları arasında, günlük bir gazetede 'H. Nihâl' imzası ile yayınlanan 'Atsızlar başlıklı hikâyesinin birincilik kazandığını öğrendim." diyor' (Hacaloğlu 2013: 12). O yıllarda Atsız henüz 17-20 yaşlarındaydı. Bu yıllarda, hatta belki de lise yıllarından itibaren Ziya Gökalp'ın yazı ve şiirlerini, Ömer Seyfeddin'in hikâyelerini, diğer Türkçü yazar ve şairleri takip ettiğini de söyleyebiliriz. Rıza Nur'un Türk Tarihi'ni Askerî Tıbbiye yıllarında okumuş olmalıdır. 03 Kasım 1944 tarihli duruşmasında "Bizde milliyetçilik aşkını uyandıran onun 12 ciltlik Türk Tarihi olmuştur. Bunları çocukken okumuştuk." (Sançar 2018: 412) diyor. Rıza Nur'un 12 ciltlik eseri 1924-26 yıllarında çıktığına göre Atsız eserleri çıkar çıkmaz okumuş olmalıdır. 19-20 yaşlarında. Artık o sıkı bir Türkçüdür.
Sadettin Ökten : Türkiye kendi İslamî kimliğinden vazgeçse tehdide maruz kalmayacak. Türkiye'de ekseriyet dini, modernitenin çizdiği sınırlar içinde anlar; halbuki din, medeniyetin kurucu unsurudur. Bir medeniyeti ya bir din kurar ya da din gibi algılanan bir felsefi doktrin kurar. Burada iman edilen bir felsefi doktrini kastediyorum. Modernite de bir tür dindir. bir medeniyet doktrinidir. İçerisinde Hıristiyanlığa da, Islama da ancak onun çizdiği sınırlar dahilinde kalmak şartıyla yer vardır. Türkiye'de bu sınırlara uymayan bir İslam tasavvuru var. Dolayısıyla buradan bir çatışma doğuyor. Modernite, hayatı doğum ve ölüm arasında sınırlandırıyor. Buradan hız ve haz çıkıyor. Müslümansa ebedi hayatı hayata katıyor, hatta öncesini, kalubelayı dahi katiyor.
Erzurumlu İbrahim Hakkı, "Dünyaya geldim gitmeye," diyor. Modernite için gitmek, bitmek demek ve gitmenin ötesi bir muammayken Müslüman için öyle değil.
"Hayat-ı cavidanı bir şeyh-i kâmilden sual ettim/
Ölümden evvel ölmektir deyince intikal ettim" dizeleri, ölünün ihtirassızlığından yola çıkarak insanın yapmak zorunda olduğunu, ancak ihtiras sahibi olmaktan kaçınılması gerektiğini ifade ediyor. Moderniteyse ihtiras üzerine kuruludur. Dayanağı kendi varlığıdır ve o varlık modern insana, "Önce ben, hep ben," dedirtir. Müslüman'ın varlığıysa nefes alırken bile "Hû" der.
"Büyük adamlar yetiştiren bir ırk, herhalde büyük ırktır. Bir kavmi anlamak için, onun ırkını, liderlerini tetkik etmekten daha iyi vasıta yoktur. Bugün herhangi bir yerde, kendisinden üstün bir devlet adamı bulunmayan Mustafa Kemal gibi büyük, liyakatli bir zâtı Türkler yetiştirdiler. Türkiye'yi tetkik etmek için arayacağımız en iyi yol, onun başındaki zatla işe başlamak; kurtarıcı ve millî kahraman olduğu kadar, dünya ölçüsünde devlet adamı olan Cumhurreisini tetkik etmektir."
Carles H. Sheril