Dudağını ısırarak güçlükle bir nefes aldı Julia. "Azmamış numarası yapma," dedi Clay. "Yapmıyorum zaten," diye fısıldadı. "O zaman inlemeni duymama izin ver. Her şeyi duymak istiyorum." Julia gözlerini açarken, Clay onun göğüslerini bluzunun dar kumaşırın üzerinden kavradı. "Islandın
Sayfa 83
Müşriklerden olma!
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah iken, O doyurur ama (kimse tarafından) doyurulmaz iken Allah’tan başkasını mı veli edinecekmişim?” De
Reklam
...İnsanın sansüre, yani söyleme ve düşünmenin yasaklanmasına temel bir rol yüklemesi için, kendisinin, itirafın bu içe dönük kurnazlığının iyice tuzağına düşmüş olması gerekir; bizim uygarlığımızda, bunca zamandır, bizi, ne olduğumuzu, ne yaptığımızı, neyi anımsayıp neyi unuttuğumuzu, neyi düşünmediğimizi ve neyi düşünmediğimizi sandığımızı söylemek zorunda bırakan o harikulade buyruğu ha bire tekrarlayan tüm seslerin özgürlükten söz ettiklerini zannetmek için, insanın kafasında iktidarı iyice ters bir biçimde canlandırıması gerekir. Bu, aynı anda diğer çalışma biçimleri sermaye birikimini sağlarken, Batı'nın insanların uyruklaşmasını sağlamak için uğruna birçok kuşağı harcadığı dev bir iştir; uyruklaştırma derken, anlatmak istediğim kişilerin hem birer uyruk hem de birer özne olarak oluşturulmasıdır." Düşünün, XIII. yüzyılın başında her Hıristiyana yılda en az bir kez, hiçbirini es geçmeksizin, tüm kabahatlerini itiraf etmesi için verilen buyruk, kim bilir ne korkunç görünmüştür insanların gözüne. Bir de yedi yüzyıl sonra, Sırp direniş hareketine katılmak için dağlara çıkmış partizanı düşünün; şefleri ondan yaşamını yazmasını isterler, gecenin karanlığında karalanmış birkaç zavallı kâğıdı götürdüğündeyse bakmazlar bile ve ona yalnızca "yeniden yaz ve hakikati söyle" derler. Bu denli önem verilen dil yasakları, itirafın yarattığı bin yıllık boyunduruğu unutturmalı mıydı?
insanın bir yeri, bir evi, bir toprağı olması lazım
Eskiden bir adam evinden çıkar, gidip bir yer, bir köşecik, şöyle bir par­ça arazi, evinin direklerini çatacak bir parça toprak mutlak bulur­du. Dünya o zaman büyüktü, genişti. Yaa. Şimdi ne yapman lazım biliyon mu, tam aksini. Yerinden hiç ayrılmıycan, neredeysen ora­ ya sıkı sıkı tutunacan. Ha böyle yapışacan. Ama bırakmıyorlar, bı­rakmıyorlar, seni yene bulup yene yerinden söküp atıyorlar."
Sayfa 51 - MetisKitabı okudu
Ebu Hureyre ;
"Harap olması için yap,kaybetmek için doğur ve mirasçı için biriktir." Yani şöyle Allah'ı hesaba katmadan ev üstüne ev mi yapıyorsun? O evden bir hayır bekleyemezsin. Allah yolunda yetiştirmediğin çocukların mı var,ihtiyarlığında yüzüne bakmayacaklar. Allah yolunda harcama yapmadan para mı biriktiriyorsun,mirasçıların o parayla harama bulaşır. Ha bir de günahlarına ortak oluyorsun!
Hamlet
“Diye girişecek... Ha, tamam! Ve şöyle diyecek: “Tanırım o beyzadeyi... Dün mü gördüm kendisini... Hayır dün değil evvelki gün, Şurada gördüm, burada gördüm, şöyle gördüm, Evet, dediğiniz gibi, kumar oynuyordu; Bir hayli sarhoştu; tenis oynarken kavga çıkardı.” Ya da der ki: “Geneleve giderken gördüm.” Genelev dediği kerhane, daha bilmem ne. Anladın mı şimdi?”
Reklam
Altı Üstü İnsanlığın
Hayvana bak İnsan ait bir grafiği gagalıyor Hayvan hayvan olmaya ama İnsana ait bir lakırdıyla Dolanıyor Yeryüzü bir İstanbul daha açarsa Katsı mahsusayla söylüyorum
ALİ Meryem Teyze. MERYEM Ne işin var senin oğlum burada? ALİ Medine'yi soracaktım. MERYEM Medine seninle değil mi? Siz birlikte kaçmadı­ nız mı? ALİ Kaçacaktık. Ama gelmedi Medine. Yalvarırım söyle, başına bir şey mi geldi Medine'nin? MERYEM Aah, Ali, oğlum, ben de seninle kaçtı sandım. Ne bileyim? Nerede bu kız? ALİ Gülşen'le mektup gönderdim. Sen iki haftadır salma­ yınca, hasretine dayanamadım, kaçalım dedim. O da istiyordu. Kararlaştırdık. Saatlerce bekledim, gelmedi. Doğru söyle Meryem Teyze, Medine içerde, iyi değil mi? Söz, kaçırmayacağım. Bir göreyim yüzünü, iyi ol­ duğunu, ha, sonra giderim. Bırakırım peşini. MERYEM Medine yok oğlum. Seninle kaçtı diye . . . Ze ynep Kaçar hammet de peşinden gitti. Bulamadım diye döndü sa­ baha karşı. Medine diye bir kızımız yok arhk dedi. Vurdu, uyudu. Ben de oh dedim içimden, kaçh kurtul­du Medine. Büyük şehre gider, evlenir Ali'yle. Nerede bu kız oğlum? Başına bir şey geldi yavrumun.
Sayfa 89 - Mitos Boyut yayınları 2011Kitabı okudu
“Haftaya aynı şeyi yeniden yapacaz,” derken üzgündü. “Neye yarar ki? Bazen gezgin bir avare olsam diyorum. Hiç çalışmadan geçinip gidiyolar. Oh be! Elimde bir bardak biram olsun yeter. Ama nerede bende gidip köyde o birayı dilenecek girişkenlik...” “Tabii ya, haklısın! İş hayvanı olacağına avare ol. Yaşarsın ahbap, yaşarsın. Şimdiye kadar yaşamadığın gibi hem de.” “Şunlara bak, şunlara!” diye haykırıyordu. “Hepsi benim! Üstelik bedava. İstesem gidip şu ağacın altında bin yıl yatar uyurum. Hadi Mart, gel, atalım kendimizi dışarı. Ne diye bi an daha bekleyelim... Orada hiçbi şey yapmama ülkesi, benim de o ülkeye bi biletim var... hem de sırf gidiş, anasını satayım.” Martin kahkahalarla gülerek onu tutup işe başlattı. Salı gecesi yeni çamaşırcılar geldi ve haftanın kalan kısmı onlara işi göstermekle geçti. Joe onlara sistemini anlattı ama kendisi çalışmadı, oturdu. “Hele bi dokunsunlar,” diye kararını bildirdi, “hele bi. İsterlerse kovarlar, ama kovarlarsa ben de istifa ederim. Önceki gibi çalışmak yok artık, sayende. Bundan sonra yük vagonlarıyla gezer, ağaçların gölgesinde yan gelir yatarım. Artık siz çalışın bakalım köleler! Aynen öyle. Köle gibi çalış! Köle gibi terle! Sonunda sen de benim gibi çürüyecen toprağın altında, ölünce. Eee, ne farkı kaldı ha? Söyle bakalım, uzun vadede ne farkı kaldı?” (Sayfa 172-180-181)
Sayfa 180 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
YAZIP GELESİN
Verilen Ayak: Yazıp Gelesin Şiirin dersini, Pir’den alasın, Redifi uyağı, yazıp gelesin. Verilen ayağa, bağlı kalasın, Rahlede uyuyup, sızıp gelesin. Verilmiş ayakla, sen yürü yaya,
Reklam
Köle gibi çalış! Köle gibi terle! Sonunda sen de benim gibi çürüyecen toprağın altında, ölünce. Eee, ne farkı kaldı ha? Söyle bakalım, uzun vadede ne farkı kaldı?
Şiir şöyle başlayacaktı: Hasretini, yokluğunu, sensizliği bir ateş yanığı gibi öyle acıyla duydum ki yüreğimin etinde, gitgide çoğalarak gitgide derinden işleyerek öyle dayanılmaz oldu ki bu seni boğabilirdim senden kurtulmak için çünkü seni o kadar seviyorum. Böyle başlayan şiire şunları yazmak, sana anlatmak istiyordum: Bu 1943 yılında ömrümün öyle bir anı oldu ki, seni görmemekten, senden uzak olmaktan, senin sesini işitememekten, velhasıl sensizlikten, öyle bir acı duydum ve buna şimdi hatırlamasına bile tenezzül etmediğim bazı şeyler katıldı ki bir insanın tahammül edemeyeceği bir azaba düştüm. Beni sonuna kadar iyi dinle ve anlamaya çalış sevgilim. Senin bana herhangi bir mektubunda bilmem hangi meseleden “Beni affet” filan demekliğinde değil. Günüm ve saatım oldu “PİRAYE” diye avaz avaz bağırmamak için dudaklarımı kanattım ve hapishanenin en insansız yerlerine kaçtım. Geceleri ancak iki saat uyuyabiliyordum. Seni on dakika sonra görmezsem ölmek daha iyi diye düşündüm. Hasılı az daha oynatıyordum –maalesef yahut çok şükür ki- hâlâ aynı haldeyim, fakat bir fark var ki onu en sonra yazacağım. Ha, ne diyordum, az kalsın oynatacaktım. İşte o zaman yaşamak ve deli olmamak, delilikten sakınmak insiyakı harekete geçti –ben farkında bile olmadan- ve beni bu müthiş acıdan kurtarmak..
Resim