haftasonu

Konstantın ani başarısını atfettiği Hıristiyanlığı de facto devlet dini ilan edip çeşitli kilise konseyleri kurulmasını emretti. İznik Konsili'nde geliştirilen öğreti Hıristiyan inancının nihai yorumu olarak kaldı (bkz, Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılması).
Reklam
...Camiye ya da zaviyeye girdiklerinde, ortamdaki aydınlığın fark edilmeden artması gibi belli belirsiz bir duygunun dışında hiçbir etki uyandırmıyorlardı. Eski arkadaşlarımı ve DÜKAS'ın not defterindeki insanları düşündüm, onların “kişilikleri” ne kadar da ağır ve yoğundu. Bir odaya girdiklerinde, kendileri konuşmasa bile odadaki sohbetin kesilmesine neden olurlardı. Etrafa yaydıkları titreşimle dikkat çekmek için sanki avaz avaz bağırırlar, bu kışkırtıcı halleri başkalarına bulaşır ve bütün topluluğu etkilerdi. Fukara ise bunun tam tersiydi. Onların varlığı bir sükünet güvencesiydi, tahrik ve kışkırtıcıığa karşı bir panzehirdi. Ebu Hureyre'nin (r.a) rivayet ettiği şaşırtıcı bir hadis Rasülullah'ın bu vasıflarla ilgili neler söylediğini gösterir: “Dinarın kulu, dirhemin kulu ve ipek elbisenin kulu ne kadar zelildir. Onlara bir şey verdiğinizde sevinirler ama vermediğiniz takdirde huzursuz ve mutsuz olurlar. Parmaklarına bir diken batsa onu bile çıkarttırmazlar. (Halbuki) Atının sağrısının üzerinde oturup da dağınık saçlarla, tozlu ayaklarla Allah yolunda olan kişi ne mübarektir. Ona muhafızlık görevi verseniz onu hakkıyla yapar, önemsiz işlerden gocunmaz. Bir kafileye katılmak için izin istese verilmez, kendi ayarında olmayan birisine şefaatçi olsa duası kabul olur.”
Sayfa 101Kitabı okudu
Bu gecelerde tefekkürün değişken ve şaşırtıcı bir tabiatı olduğunu keşfettim. İlk zamanlar her şey dikkatimi dağıtıyordu -geç gelmeler, çay servisi, gereksiz meraklar, hayaller, rahatsız edici ortam gibi bir yığın önemsiz şey. Sonra düşüncelerimin bizzat kendisi. Bütün bu huzursuz edici duyusal dağınıklıkların üzerinde bir de zihnin kontrol edilemez serkeşlikleri geliyordı. Sonra -insanı İlâhi İsmi tefekküre, bilinçli olarak ibadet etmeye zorlayan- arzu ve irade geliyordu. Özellikle bu hal, insanın kendisiyle huzur hali arasında aşılmaz bir duvar örüyordu. Fakat sonunda anlaşılmaz bir biçimde huzur hali galebe çaldı. Vücut hareketsiz, zihin tefekkür ve derin bir murakabe halinde iken, bekleyişler bitmiş, arzular geride kalmışken, kalp işte ancak o zaman bir şahin kadar sessiz ve çabuk, kelimelerin ve seslerin arasında İlâhi İsme teslim oluyor, ancak o zaman hayret ve huşu ile kendinden geçebiliyordu.

Reader Follow Recommendations

See All
İnsanın düşmanı kendisidir, ya da o normal bilinç dediğimiz rüya halinde yaşadığı aldatıcı benliği. Tasavvuf dilinde “nefs” ya da “yaşayıp tecrübe eden benlik” zikirle daima kendisinden yüz çevrilmesi, gerçek tabiatı ortaya çıkana kadar Rabb'e yönelerek temizlenip parlatılması gereken bu aldatıcı “Ben”dir. Nefsin gerçek tabiatı ruh yani saf nurdan başka bir şey değildir. Bu üç kişide nefs başka bir dünyaya ait ışıldayan bir ruhun üzerindeki incecik bir zar tabakasına benziyordu, çünkü bunlarda nefisten geriye çok az şey kalmıştı, Onlar “kendilerini” tamamen yok etmişlerdi. Geride sadece parlak, düzgün bir yüzeydeki küçük çizikler gibi birkaç kusur kalmıştı, hepsi bu.
Sayfa 100Kitabı okudu
Her çeşit derviş zaviyenin kapısına geliyor ve her birisi aynı içtenlikle karşılanıyordu. Kısa sürede kimlerin sâlih insanlar olduğunu ayırt etmeye başladık. Bunlar en alçak gönüllü olanlar, varlıkları en az hissedilenler ve derin sessizlik içinde bulunanlardı. Bunlar, insanlardan en uzak, Şeyh Efendimizin huzurunda en saygılı olan ve ibadette en ileri giden, Yüce Rabbin sevgili kullarıydı.
Sayfa 100Kitabı okudu
Reklam
Reklam
222 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.