Mülk, sadece zahirle ilgilidir, çünkü yaratıklarda mülk ve
mâlik, onları Haktan farklı olarak kalplere ve bâtınlara mâlik yapamaz;
Hak ise, bunların hepsinin mâlikidir. Hakkın bâtını olarak mâiik olması,
Kalbin, Hakkın iki parmağı arasında bulunup, dilediği gibi onu çekip
çevirmesi itibarıyladır. Fiil ve tasarrufa dair her zahir, bâtına tabidir. Şu
halde bâtında melik olmak, zahirde de melik olmayı gerektirdiği halde,
zahirde melik olmak bâtında melik olmayı gerektirmez.
Bundan dolayı bazı kimseleri görürüz ki, herhangi birisini sevdiklerinde bâtın ve zahiriyle o kimseden etkilenirler; sevdiği kimse, onun meliki, sultanı ve efendisi olmasa bile, yerleşik ıstılaha göre onun mâlikidir.
Gerçi keşfe ait tahkik şu bilgiyi vermiştir: Bütün aşıklar, gerçekte kendi nefislerini severler, fakat, sevgilinin sureti, kendileri için bir ayna mesabesindedir. Bu aynada seven kimse, tam münâsebet ve rûhânî paralellik/muhazat açısından, kendisini müşahede eder. Şu halde "maşuk/sevilen" diye isimlendirilen şey, sevenin kendisini sevmesinin ve
kendisinde tesir etmesinin şartı olur.