ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. Kimsenin onları çözecek kadar ince tırnakları yok. Bense çoktan vazgeçtim tırnaklarımı uzatmaktan. kendimi bilmeyi bıraktım. ölümü bilmek ve anlayabilmek bile daha kolay. yanıtı olmayan bir soru olarak geldim dünyaya. ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum.
Ağladım. Hem de istediğim kadar! İnsanın gerçek özgürlüğü buydu: İstediği kadar ağlayabilmek. Belki bir de istediği şeye ağlayabilmek…
Reklam
Gözlerimi ne kadar kapatırsam kapatayım geriye daima kör edici bir ışık kalıyordu. Hiçbir şey yeterince karanlık değildi. Ve ben kesinlikle yeterince yalnız değildim! Havada kim bilir neler neler uçuşuyordu? Hangi mikroplar? Kim bilir hangi mikroskopik canavarlar yağıyordu üzerime? Belki hiçbirini göremiyordum ama ağzımı her açışımda binlercesini yuttuğumdan emindim. Kenetlenmiş dudaklarıma avuçlarımla bastırsam bile burnumdan aldığım nefese karıştıklarını biliyordum!
Geldim işte! Döndüm sana! Gidecek başka bir yerim yok çünkü! Tanıdığım tek ev sensin! Bildiğim tek şey sensin…
Hakan Günday kinyas ve Kayra kitabının bir bölümünde yalnızlıktan bahsediyordu ve yalnızlığı seçen kişinin yalnızlıktan bir salise bile şikayetçi olursa yalnızlık okyanusunda boğulabileceğini anlatmıştı. Evet bende yalnızlık okyanusunda boğulmamak için çırpınan biriyim.
Reklam
gecenin ortasında hala yatakta zihnimin uyanıp en derinden, gerçek bir emir yollamasını bekliyordum.
afgan âşık olduğu tek kadını hatırladı ve kalbiyle beyni arasındaki tünelde yaşayan kadının hayalinin doktor frankenstein'ın o meşhur yaratığı kadar canlı olduğunu fark etti. o kadın afgan'ın kalbini saran zarı yaşadığı müddetçe soyacak ve dokunduğu ilk eti yiyecekti. o kadın, afgan ne yaşıyor olursa olsun, genç adamın kalbini yiyip bitirecekti. çünkü afgan gerçek bir piç gibi âşık olmuştu. gerçek bir piç gibi âşık olmanın tek tedavisi ölümdü. kadının değil, piçin ölümü.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.