Bir kadına duyulan sevgi, bedensel bir arzu bile ona tanrısal bir hikmet yüklenmeden, doğanın bütün şöleni o bedene yansıtılmadan, sevgi bir mucizeye dönüştürülmeden söylenemez. Söylenirse bu, sevgiliye, ona duyulan aşka, insanın büyüklüğüne yapılabilecek bir aşağılama, bir haksızlık, sözcüğün hakiki ve mecazi anlamıyla bir günahtır. Çünkü bu sevgi, gider varlığını bir büyük varoluştan alır. Bu sevgi ne kadar büyük olursa, insan üzerinden tanrıya/doğaya o kadar büyük sevgi gösterilmiş olacaktır: "Kim güzele candan aşık olurdu/ Allah'ın sevgisi kula düşmeden. " Kula düşen sevgi böyle bir yüceden geliyorsa, sevgiliye söylenecek söz, sevenin de sevilenin de yaratıcısına yakışır olmalıdır: "Cemali güneştir dilleri ayet/ Kaşları Zülfikar gözleri Tevrat/ Zülüfleri Zebur İncil'dir kamet/ Muhabbet gönlümü Kuran'a çekti. " Aşığımız bir aşkın esrarına ermiştir yine. Dil, doğadan ve eski büyük aşklardan alacaktır anlatım gücünü: "Bazı güneşteyim bazı yeldeyim/ Bazı yağmurdayım bazı seldeyim/ Bir Leyla peşinde ıssız çöldeyim/ Bir garip Mecnun'a yoldaş gibiyim. " İmgesel dolayımını bu kadar kutsaldan, doğanın büyüklüğünden alan bir aşkın bitişi de başlangıcındaki coşkusuna yakışır bir acıyla dile gelecektir:
"Yüce bir dağ idim dümdüz eyledin/ Ayaklar altında bir toz eyledin/ Akan pınar idim susuz eyledin/ Güzel baharımı kara çevirdin// Ben isminden başka lisan bilmezdim/ Kemalinden başka sultan bilmez dim/ Gül yüzünden başka Rahman bilmezdim/ Yaktın bu gönlümü nara çevirdin. "
İnsanlar birbirinin maddi yardımlarına ve paralarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtılar.
Bu olmadıktan sonra, aile sahibi olmanın hakiki ismi, "birtakım yabancılar beslenmek"ti.
'Bir insanın tekamül ve terbiyesi, kendi nefis mücadelesi ile olmaktadır. Onu başkaları asla terbiye edemez. Zira başkaları terbiye etmeye kalkarsa, karşı tarafın tarlasına daima negatif tohumlar ekecektir.
Kişinin kişiliği terbiyeyi nefsinde yaparsa, içindeki menfiyeti rahatça atarak kendini tekamül ortamına hazırlar. Size kötü gözle bakanlara, siz güzel gözle bakmasını bilirseniz, onu gizli nefis terbiyesine itmiş olursunuz.
Öyle bir an gelir ki; kendi nefsinden kendi utanır, yaptıklarının bilincine varır. Sevgi, meleklerin doruğundaki hakiki sevgi kotuna oturunca siz de bir melek olursunuz.
Bu nimete varabilmek ancak lâyıklara hastır. Henüz sizler daha doğmadan, bilinçaltınıza ekilen tohumlar, bulundukları ortama göre yeşermektedir.
İşte bu, sizin öz kotunuzdur. Bu kot sizin kader yolunuzu çizmektedir.
Her şey sizin varoluşunuzla beraberdir, sonradan ilaveler olmaz. Her dönemde aynı yoldan geçecek, iyiyi kötüyü öz bilincinizle seçecek, hakikat yolunu böyle bulacaksınız. İşte size siz yapan budur.
Evrende her şey bir denge unsurudur. Bir şeyin noksanlığı, daima başka bir şeyle tamamlanır. Aslında öz bilinç kotunuz daima art niyetlerin dışında tutulmuştur.
Fakat beşer daima şaşmıştır ve sapmıştır. Özveri, insanoğluna en kutsal yolu çizmektedir."
Bana diyordun ki, "Bana bu yoldaki mutluluklarından bahset ki bari senin mutluluğun yüzünden memnun kalayım. Bana tatmak nasip olmayan bir şeyi senin tarifinle öğreneyim." Bunu sana nasıl tamamıyla tarif edeyim kardeşim, bunu tatmayana anlatmak zordur. Zira buna örnek verilecek ve benzetilecek hiçbir şey bulunamaz. Eşe duyulan sevgi, eşe duyulan aşk! Oh! Bunun sınırı ve sonu olur mu ki söz ve yazının bunun tamamını nitelemeye gücü yetsin. Bu her aşk ve sevgiye benzemez. Hatta bazı çılgınca sevdalara da benzemez. Aşk ve hakiki sevgiyi eşler arasında aramalı. Zira bunun saflık ve yüceliği ancak orada kararlaştırılabilir.
Gözlerimi kapasam içindedir gözlerin...
Seninle kokluyorum ötelerin tadını...
Sen gitsen gizin kalıyor...
Şiir tam da böyle bir ötelikti mânâ âleminde rûhumda... Kimi Şair var ki; illa hüzünlü, buhranlı olması gerek diye; koyu bir buhranı şiirlerinden eksik etmeyince mânâya, sevgi hissine asla erişilemiyor...
Hakîkî sevgi hissi varsa, rûha akan bir şeyler hep varoluyor; Bahaettin Karakoç'un rûh derûnîliği gibi...
Sonrası mı işte o sevgiyi iliklerinizde hissediyorsunuz... Özlem, hasret, yokluk asla buhrana sürüklemiyor sizi, bilakis içine içine alıyor... Onunla berâber özlüyor, onunla berâber bekliyorsunuz...
Uzun zamandır okuduğum en güzel şiirlerdendi... Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman, başlı başına kâfi idi...
Okunulası çokça...
"-Niçin seversin Güntülü?
-Sevginin niçini olmaz ki efendim... Düşünsem belki mâkul bir sebep bulabilirim. Fakat bu hakikî sebep olmaz. Çünkü biz önce severiz. Sonra sevdiğimiz şeyin güzel taraflarını bulmaya çalışırız. Bu da hodbinliğimizden doğar efendim."
BİLAKİS YÂRE VERİLEN BİR ÖDÜLDÜR
Martin karakterine oldukça güveniyordu. Son dört yılın Martin'e en büyük katkısı bu olmuştu. Martin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Ne olabileceğini de kuvvetli bir şekilde kestirebiliyordu.
Martin'e göre başlardaki eski hayalperest veya sonlardaki derin karamsar, münferit insan yoktu artık. Lakin
Kâzım Karabekir Paşa, ana babaları Erzurum ve Erzincan bölgelerinde öldürülen iki bin kadar yetim Türk çocuğunu evlat edinmişti. Bunlar, dört ile on dört arasında çocuklardı. Üzerlerinde asker elbisesi olmasına ve Paşa'nın seçtiği zabitlerin nezareti altında olmalarına rağmen, asker terbiyesi görmüyorlardı. Kazım Karabekir Paşa, çocuklarda,