Birçok Osmanlı camii gibi Süleymaniye'de de, mihrap yönündeki pencereler caminin haziresine açılır. Bu pencerelerden, kimi bel vermiş, kimi endamlı mezar taşları ile bunların başlarını bekleyen umur görmüş çınarlar, meşeler, serviler görünür. Aralarda bazı gül dallarının kadraja eğildiğini, sokulduğunu, sonra mahcubane geri çekildiğini görürsünüz. Hazire, bir dilemmadir. Ölülerin yer altlarındaki hayatlarından haber vermezler. Ama biz yine de onların bir hayatları olduğunu aklımızda tutarak oraya bakarız. Yaka düğmelerini kırış kırış boynunda düğmelemiş, dudaklarındaki bir duanın uzun, kırçıl sakalını titrettiği şu yaşlı adam, pencereden baktığında kendi kısa hayatına bir anlam, bir duygu, bir yanıt ararken, bu sessiz taştan taburun altında nelerin döndüğünü merak eder. Bu sessiz dünyaya bu kadar yakın olduğu için mi, gözleri diğer herkesinkilerden daha açık, daha fazla dışarıyla meşguldür? O, bu kadrajda gerçek bir şeyi, somut ve yakın bir şeyi görür: Her an katılıverebileceği bir koroyu. Hazire bir dilemmadır, çünkü katılaşmış birer ölüm cümlesi olan mezar taşlarıyla, bu katılığı çözüveren dalları, yaprakları, dallara tünemiş kuşları, kabukları kemiren böcekleri, uyuyup uyanan çiçekleri olan bu bahçe iç içedir.