Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Kamuda tasarruf yapıyor işte daha ne :D
İslam dünyasında bugün hala bir tüyü bitmemiş yetiminin hakkı edebiyatı vardır. Bu, Halife Ömer'in adaleti edebiyatıyla, Dicle kenarında kaybolmuş oğlaklardan kendini sorumlu tutması efsanesiyle Türk insanına çok gözyaşı döktürür. Ama bu edebiyatın, efsanenin bu kadar duygulandırdığı aynı toplum öte yandan "devletin malı deniz, yemeyen domuz." vecizesini de üretmiştir veya devlet malının yöneticiler tarafından yağma edilmesine fazla bir duyarlılık göstermez. Peki bu toplumun bir ferdi evindeki veya iş yerindeki en önemsiz bir eşyayı haberi veya izni olmadan alsanız kıyameti koparmaz mı? Peki, neden devlet veya kamunun malının bu kadar utanmazca yağmalanmasına karşı herhangi bir tepki göstermez? Çünkü bilir ki evdeki eşya kendi malıdır, kendi el emeği göz nuruyla onu kazanmıştır. Ama ne devlet kendi malıdır, ne de onun hukuku. Ne devleti ne hukuku kendisi inşa etmemiştir, kendisi üretmemiştir. Kimseyi suçlamak için söylemiyorum. Bütün bunların tarihsel, sosyolojik nedenlerini de biliyorum. Ama dünyayı anlamaya ve açıklamaya doğru bir yerden başlamamız için önce şeylerin adını koymamız lazım, değil mi?
Hazreti Ali
Hazreti Ali, zamanını Hazreti Ömer'in zamanına kıyas ederdi. Bu zaman ise o zaman değildi. O devirde Müslümanlar arasında tefrika olmayıp Emiru'l Mü'minin'in emirlerine kimse karşı gelmezdi. Aradan hayli müddet geçti. Halk zengin oldu, dünya sevgisine daldı. Şahsi maksadlar çoğaldı. Yeni fırkalar ortaya çıktı. Bu fırkalar içinde Emeviler diğerlerine göre daha çok kuvvetlendi.
Sayfa 247Kitabı okudu
Reklam
Hazreti Osman
"Osman hakkında fikriniz nedir?" dediğinde Hazreti Ömer: "Ben, Osman'ı halife seçersem o da İbn-i Muayt'ı, insanların başına bela eder. Halk da ondan uzaklaşır. Nihayet kendisinin katline sebep olur." demişti. Bu sözler Hazreti. Ömer'in kerametidir.
Sayfa 199Kitabı okudu
Bir gün Hazret-i Ömer (r.a): "- Konuşmadan, halkın davetçileri olun!" buyurmuştu. Kendisine: "- Yâ Halîfe! Konuşmadan davetçi olmak nasıl olur?" dediler. Buyurdu ki: "- Hâliniz ve ahlâkınızla..." Zira insanlar şahsiyet ve karaktere hayrandır; şahsiyet ve karakterin peşinden giderler. Dolayısıyla gerçek bir müslümanın fârik vasfı da, İslâm şahsiyet ve karakteri sergilemesidir.
Sayfa 133 - Yüzakı YayıncılıkKitabı okudu
"Ömer Selmân'a sordu: Ben hükümdar mı yoksa halife miyim? Selmân şöyle cevap verdi: Eğer Müslüman ülkesinde bir dirhem, yahut az veya çok vergi alırsan ve bunu kanunsuz bir şekilde kullanırsan sen halife değil, hükümdarsın. Ve Ömer ağladı."
Sayfa 91
Birçok eserde nakledilen bir hikâyeye göre Halife Ömer, İskenderiye Kütüphanesini, eğer bu kütüphanede bulunan kitapların verdiği bilgi Kur’ân’da varsa bunlara lüzum olmadığı, Kur’ân’da yoksa dine aykırı olacağı düşüncesiyle tahribini emretmiştir. Modern araştırmalar bu haberin tamamen asılsız olduğunu ortaya koymuştur. Eski tarihçiler, Hıristiyanlar da dahil bu masal hakkında bir imâda bile bulunmazlar; ilk defa XIII. yüzyılda bu olaydan bahsedilmiştir. Zaten büyük Serapeum Kütüphanesi, Müslümanlar Mısır’a gelmeden önce iç karışıklıklar sırasında tahrip edilmişti.
Sayfa 78
Reklam
Şehzade Ömer Faruk Efendi
Fransız kültürünü çok iyi öğrenen şehzade Ömer Faruk Efendi'nin (son halife Abdülmecid'in oğlu) Almanlara hayran olduğu ve Alman sistemi tarafından taltif edilen başarılı bir maiyyet ve cephe subayı olarak Marne'da çarpıştığı biliniyor. Ancak oradaki madalyası sıradan bir başarının ötesinde büyük bir kahramanlık olarak Kaiser tarafından takdirle verilen Kızıl Kartal nişanıdır.
Kağıtta onun ismi yazılıydı. Hz. Ebu Bekir istemişti o ismi. Bu adı görenler, "Bilirsin ki Ömer sert mizaçlıdır. Rabbin, Ömer'i halife tayin ettiğin için seni sorgularsa ne cevap vereceksin?" diyecek olmuşlardı da, "Allah'ın kullarının en iyisini onlara halife yaptım, derim," diye cevaplamıştı Ebu Bekir (ra) bu soruyu. Sonunda emr-i Hakk vaki olmuş, minberde yükselme sırası Ömer'e (ra) gelmişti. İşte ilk sözleri: "Allah'ım! Ben sert, şiddetli biriyim, beni yumuşat. Zayıf biriyim, beni güçlü kıl! Cimriyim, beni cömert eyle!" Yüce Allah Ömer'in (ra) kalbini zayıflara karşı yumuşattı, güçlülere karşı değil. Emri altındaki yöneticilere karşı sertliği hiç azalmadı. "Yöneticilerimden biri haksızlık eder de düzeltmezsem bu haksızlığı yapan ben olmuş olurum!" diyerek bilgi sahibi olmaya çalıştı hep yapılan işlerden. Zira ona göre Allah'ın en sevmediği bilgisizlik, devlet başkanının bilgisizliğiydi. Bu yüzdendi Fırat kenarındaki koyunun öte dünyada bir soru işaretine dönüşeceğinden korkması. Bu yüzdendi Mısır Valisi Amr b. As'ın oğlunun, kaybettiği yarış yüzünden bir Kıbtiye "Al sana bir soylu tokadı!" diyerek vurması üzerine verdiği cevap: "Annelerinden hür doğan insanları ne zaman köleleştirdiniz!" Amr b. As'ın Mısır Fatihi oluşu Hz. Ömer'in öfkesini engellemedi. Zira fetih, fethedilen topraklardaki insanların üstüne adaletin gölgesini düşürmek içindi, adalete gölge düşürmek için değil.
Halife Ömer, Allah O’ndan da razı olsun
Nasıl revâ görürsünüz ki, idare ettiğim insanların sofrasında bulunmayan çeşitli yemeklerle soframı süsler, onlardan ayrı hayat yaşar, onlar gibi giymez onlar gibi kanaat etmem?
Sayfa 77 - Çelik YayıneviKitabı okuyor
Hz. Ömer, gerçekten de tüm tarihî kaynakların ittifakı ile oğlunun, halife adayı olan ve kendisinin belirlediği altı kişi arasına girmesine müsaade etmedi. O, yöneticiliği sadece mecburiyetten dolayı yapılan, talep edilmemesi gereken bir iş gibi görüyordu.
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.