''Bu ülkenin tıkır tıkır işleyen bir düzenek olmadığı açık ama bir saatin içinde yaşamayı kim ister ki? Yurdun büsbütün kağşadığı da belli; çökmeye yüz tutmuş bir evde yaşamayı kim ister ki? lkide bir 'onarım' uğruna oraya buraya birkaç çivi çakmak işe yaramıyor; bitmiş bir sevdayı ne onarabilir ki? Üstelik düpedüz düzenin çarmıhına
Mustafa Kemal'in devriminin niteliği
Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık günü Ankara'ya gelir. Ertesi gün, 28 Aralık 1919'da Ankara Ziraat Mektebi'nde konuşuyor: "Yukarıdan aşağıya doğru başlatılan bir hareket, gerçek başarıya ulaşabilmek için aşağıdan yukarıya doğru yükselen bir irade temeline dayanmalıdır. Böyle olursa, hareketi temsil eden organın önünde kimse duramaz" Gerçekten de öyle olmuştur. 1919'un sonundan 1920'nin sonuna uzanan süreç, bir devrim dönemidir. Bu dönemin toplumsal ve iktisadi özelliklerine baktığımızda Milli Demokratik Devrim olarak da değerlendirebiliriz. Görülmektedir ki; Mustafa Kemal Paşa'nın Halkçılık Programı, kütüphane masalarında değil, cephelerdeki süngülerin şakırtısı, çizmelerin tozu ile yani "ateşle, demirle, kanla" yazılmıştır. Bu bakımdan Mustafa Kemal Paşa'nın tutumu ile La Convention Nationale'de toplumu alt üst etme gücü gören Fransız İhtilali'nin Jakoben'leri arasındaki büyük yakınlık görülmeli ve anlaşılmalıdır. Gerçekten de Mustafa Kemal Paşa, irade-i milliye'yi irade-i şahane'nin karşısına koyarak yola çıkmıştır. Paşa'nın kullandığı irade-i milliye, hakimiyet-i milliye kavramlarının Fransız Devrimi'nin babaları olan J.P. Marat, Robespierre, Saint-Juste üzerinden ta J.J. Rousseau'ya uzandığı, Anadaolu İhtilali'nin Fransız İhtilali Kebir'inden esinlendiği yadsınamaz tarihsel bir tespit ve gerçektir.
Sayfa 60 - TelgrafhaneKitabı okudu
Reklam
Söze başlarken ben çağdaş değilim dedim, neden mi? İnsana insan olduğu için değer vermek, köleliğe karşı koymak, adaleti güçlüden değil de haklıdan yana savunmak çağ dışılıkmış. Öyleyse ben çağdaş değilim. Gelenin keyfi için, geçmişine sövmek, ideolojilerini aklın, imanın, namusun önüne koymak, elleriyle yaptıkları putların önünde rüku etmek, aklın ürünü olan kanunların önünde secdeyi ubudiyet yapmak çağdaşlık sayılmış... Milletimin çağdaşı, milliyetçilik yapıp; milletinden utanmış. Halkçılık yapıp, halkını cahil kabul etmiş. Demokratım demiş; özgürlükten nefret etmiş. Laikliği benimsemiş, inançlara ve dinlere savaş açıp, dinsizliği din kabul etmiş. Yerine avrupalı çağdaşlarının ne kadar pisliği varsa getirip doldurmuş. İşte ben bu yüzden çağdaş değilim.
Türk Resim Sanatı
TÜRKLERİN resim sanatını iki kısma ayırmak lazımdır. Birincisi, mazisi pek derin ve Şark'a tamamıyla bağlı olan Türk ressamlığı. İkincisi, Avrupa tesiri altındaki ressamlık. İkinci devir, ilk defa Bellini'nin İstanbul'a gelişi ile başlar. Türkiye'de Avrupa sanatının ilk mümessilleri Hüsnü Yusuf, Zekâi Paşa, İbrahim Paşa,
Sakın ha, yazma bunları. Çok kızarım yoksa!
Yurt toprakları düşman elinden alınmış, düşman bit kırılır gibi kırılmış, yok edilmişti tüm. Elbet yazmalıydı bunları Tarih. Uzun uzun yazmalıydı hem. Ama daha sonra olan bazı şeyleri yazmamalıydı. Gerek yoktu hiçbirine. Ufak, incir çekirdeğini doldurmayan şeylerdi bunlar. Sözgelimi, düşmandan arınmış yurt topraklarını yangından mal kaçırır gibi kapışıyordu bazıları. Cumhuriyetçilik, halkçılık gereği, kapanın elinde kalıyordu her şey. Oğullarını düşman önüne tavuklara yem atar gibi atmış olanlar yine cumhuriyetçilik, halkçılık gereği aç ve topraksızdılar. İşte bunları yazmamalıydı Tarih. Çünkü hep böyle olmuş, hep böyle olacaktı "Paşa"ya göre. Ne vardı yadırganacak bunda? "Paşa", Tarih'i azarladı bir gün. "Sakın ha," dedi, "sakın ha, yazma bunları. Çok kızarım yoksa!" Tarih yazmadı ve bir şey demedi ama sinsi sinsi gülümsedi.
Milliyetçilik halkçılıktır. O kadar ki milliyetçilik prensibi varken, ayrıca bir halkçılık prensibi lüzumsuzdur.
Reklam
901 öğeden 731 ile 740 arasındakiler gösteriliyor.