Hans’s ‘krokodilslederne Handtasche’ (‘alligator valise’) (p. 11/p. 3) would be
enough to establish him as a man of wealth; if we had any doubts, we soon learn that the crocodile-skin handbag is a gift from his uncle, a ‘Konsul’; and a few lines further down we find out from a relative clause—Mann’s characteristic way of subtly conveying a telling detail by making it sound like an unimportant aside—that Hans Castorp is clad in a ‘modisch weiten, auf Seide gearbeiteten Sommerüberzieher’ (‘silk-lined [ … ] fashionably loose summer overcoat’) (pp. 11–12/p. 3).
“Türkiye’de(Osmanlı) dayak günlük ekmek gibi bir şey. Kim bir suç işlerse 100, 150, 300 sopa yer. Bundan dolayıdır ki Türklerde korku ve itaat vardır.”
Almanlar Hans'ın felsefesini yapıyorlar; bizimkiler, Mehmet'in felsefesini yapmadıkları gibi Hans üzerine yapılan felsefenin Türkiye'deki bayiliğini üstleniyorlar.
"Başörtüsü yüzünden hırpalanan, okuldan atılan kadınların hiçbirinin gazetelerde adı geçmez," dedi Kadife aynı gözü kararmış havayla. "Gazetelerde başörtüsü yüzünden hayatı kaydırılan kadınların yerine onlar adına konuşan taşralı, ihtiyatlı, hımbıl İslamcıların resmi çıkar. Bir de Müslüman kadın, eğer kocası belediye başkanı filansa bayram törenlerinde yanında olduğu için çıkar ancak gazetelere. Bu yüzden o gazetelere geçmemek değil geçmek üzerdi beni. Bizler mahremiyetimizi korumak için çile çekerken, kendilerini teşhir etmek için çırpınan bu zavallı erkeklere acıyorum aslında. İntihar eden kızlar hakkında bu yüzden yazı yazılması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca Hans Hansen'e bir bildiri vermeye benim de hakkım olduğunu hissediyorum."
Thomas Mann’s novel Der Zauberberg, known in the English-speaking world as The Magic Mountain, tells the story of Hans Castorp, a young German man who voluntarily spends seven years in a tuberculosis sanatorium in Davos in the Swiss Alps, having initially come to visit his sick cousin.
"Örneğin Amerika'da çok sayıda çocuk üzerinde yürütülen bir araştırmadan öğreniyoruz ki, Hans'ınkine benzer erken nesne seçimi ve aşk duygusu küçük erkek çocuklarında çok da ender rastlanan bir durum değil."
“Macaristan’a gitmek gerektiğinde bütün asker isteyerek yola koyuluyor. Fakat İran bahis konusu olunca sızlanmalar başlıyor…
Ordu her defasında İran’a karşı istemeyerek, zorla bir harbe gidiyor. Zira oralar kurak, çöl yerleridir.” 1553
Ben: "Ağzımdan kaçtı, ne demek?"
Hans: "Doğru değil, demek."
Ben: "Her söylediğimizde bir gerçek payı vardır."
Hans: "Peki, öyle olsun, evet birazcık."
Ben: "Hanna'yı seviyor musun?"
Hans: "Evet, hem de çok."
Ben: "Onun dünyaya gelmiş olması iyi mi, yoksa gelmese daha mı iyi olurdu?"
Hans: "Dünyaya gelmemiş olsa daha iyi olurdu."
“Papa’nın yararı ne? Kardinaller ne işe yarıyor? Kendini debdebeye ve her türlü zevke kaptırmış Roma, Tanrı’ya nasıl tapıyor?” Augustin mezhebinden olan öğrenci Hans, hep bunları soruyor, beni X. Leo’nun bulunduğu salona götürürken rahip Luther’in ilkelerini kabul ettirmeye çalışıyordu. Ben de ona günlerini kazıkta geçirmek istemiyorsa daha fazla konuşmaması gerektiğini söylüyordum…