"Elif Şafak" deyince lise romancısı aklıma geliyor. Öyle bir tabir de yok ya neyyyyse... Lisede de okumazdım. Yazara karşı önyargım hep vardı. Hiç okumadan, aşkı yazdığını düşünürdüm. Aşkı okumayı sevmiyorum, sanki yaşamayı çok becerebilirmiş gibi. Evet, kadın aşkı yazıyormuş, güzel de yazıyormuş.
Önyargıyla elime aldım elbette. Hatta ben almadım, zorla tutuşturuldu. Önyargıyla okumaya başladığım kitabı "vaov" ile bitirdim. -ki bunu bana yapabilen tek yazar Nazan Bekiroğlu'dur.-
Edebi doyuma ulaştım mı? Hayır. Ama dili sade ve akıcıydı. Olaylar ise merak uyandırıcı. Hep bir sonraki sayfayı çevirme isteği duydum, hatta kitabın son sayfasına şöyle bir göz atma isteği... Bununla birlikte romanı oluşturmak için çokça araştırma yapılması, gerçek hikayelerden faydanılması, yapılan kurgulamalar, hayal gücü de takdir edilesiydi.
Yazara karşı olan önyargım yıkıldı. Bundan sonra okur muyum? Müptelası olmam ama okurum. Bazı arkadaşlar vardır, kötü hissettiğin zamanlarda seni görüp, hislerinden hiç söz etmeden, ordan burdan konuşup, kederini dağıtmaya çalışırken yüzünü güldüren... İşte o arkadaşlar gibiydi.
Bu tarz kitapları sevenlere, başka nesnelerin gözünden hayatı okumak isteyenlere, Hasan Ali Toptaş'ın Ben Bir Gürgen Dalıyım'ı önermeden de geçemeyeceğim.
Alman gazetesi FAZ da “Sadece Hasan Ali Toptaş okumak için bile Türkçe öğrenmeye değer” diye bahsedilen yazarın bir eserini daha okudum ve beni kör kuyulara sürükledi..
Insanların düşüncesizliğini, cahilliğini farklı bir boyutta ele alan yazar, bir çok hissi farklı metaforlar kullanarak tarig etmiş.
Olaya Ibn-İ Sinanım penceresinden baktığımızda anlıyoruzki dünyadaki iyilik orantısı kötülükten daha fazladır. Bu sebeple az kötülük için iyilik hüküm sürmelidir. Efsanelerde, masallarda, halk hikayelerinde kötülük karşısında iyilik kazanır; iyiler galip gelir. Acı çekenler olacak ve elbet sonunda, huzura acı çeken, eziyet gören iyiler erecektir.
Burada hikayenin sonu hüzünlü olsada, Ibn-i Sinaya göre huzura eren yine acı çeken olmuş oluyor..
Beni Kör KuyulardaHasan Ali Toptaş · Everest Yayınları · 202010.2k okunma
Yazara saygısızlık etmemek adına öncelikle içimdeki öfkeyi dindirmem lazım. Ağzımdan çıkacak her kelimeyi törpüleyip elekten geçirip öyle dile dökmem lazım. Biraz sakinlik Reta’cığım biraz, biraz…
(La havle) Kitabın konusuyla alakalı yazacaklarımın spoiler olacağını da düşünmüyorum çünkü öyle aman aman bir bilgi de değil. Sonunu bilseniz ne
Beni cesedimden ayıran mesafe benim için bir yaradır,” diyen ve bana göre bir başyapıt olan Çürümenin Kitabı’nda, “Nerede tükettin ömrünü? Bir hareketin hatırası, bir tutkunun işareti, bir maceranın parıltısı, güzel ve firari bir cinnet - geçmişinde bunların hiçbiri yok; hiçbir sayıklama senin ismini taşımıyor, seni hiçbir zaaf onurlandırmıyor. İz bırakmadan kayıp gittin; senin rüyan neydi peki?” diye soran Cioran’ı okumak her daim iyidir, çünkü onu okuduğunuzda kendinizi kötü hissedersiniz.
“Sadece Hasan Ali Toptaş okumak için bile Türkçe öğrenmeye değer” yorumu o kadar doğru ki!
Akıcı anlatımı ile zevkle okudum kitabı. Kendi hayatımdan parçalar da gördüğüm için ayrıca etkilendim. Şoför olan bir babanın yaşadıklarının oğlu gözünden anlatıldığı bir roman. Babanın yıllar önce geçirdiği bir kaza sonucu ayağını kaybetmesi ve sonrasında protez bacak tedavisi ile Ankara’da yaşayan oğlunun yanına gitmesi ile başlayan olayların konu edindiği akıcı bir kitap.
Kitap hakkında teknik değerlendirmelere giremeyeceğim çünkü beni çok yordu. Değerli yazarımızın üst üste okuduğum üçüncü kitabı idi. Gölgesizler ve Heba'dan sonra bu kitabın okumu biraz daha zor geldi. Olay örgüsündeki dolaylı bağlayıcılar hariç diğer okuduğum iki romandan farklı olan bir durum vardı ki; kitabın sentaks yapısı. Kitap sentaks açısından incelendiğinde okuru oldukça yoran bir anlatımla yazılmış. Devrik cümleler ve uzun cümleler okurun sabrını zorlayacak cinstendi. Ama şaşırmak gerekir çünkü Hasan Ali Toptaş'ın ayrı bir okur kitlesi oluştuğunu düşünüyorum. Çünkü gerek özgün üslubuyla, gerek kendine özgü kurgusu ve üst kurmacasıyla edebiyatımızda bunu başaran yazarlardan biridir. Yani Hasan Ali Toptaş okumak kolay değildir. Zaten kolay kitap okumak, sadece kitabı olay örgüsü okumak için okuyanlarsa varsa gitsin Toplumcu-Gerçekçileri okusun. Postmodernist romanlar çağımızın özelliklerini yansıtan romanlardır. Belirli bir okur düzeyine geldikten sonra okumak gerekmektedir.
Hasan Ali Toptaş kitapları ile tanışmam tesadüfi bir olaydır. Ağabeyim 2018'de askerliğini yaparken "canım sıkılmasın, bir kitap alayım da okuyayım bari" diye düşünmüş olmalı ki İstanbul'da bir gün çarşı izninde Heba'yı almış. Bitirdi mi bitirmedi mi emin değilim ancak askerden döndüğünde getirdiklerine şöyle birlikte
Her şey olduğu gibi mi hatırlıyoruz, yoksa aklımızda kalanlar zamanla değişiyor mu?
1995-2019’a kadar uzanan bir hikaye..
Lise yıllarından başlayıp 40’lı yaşlara kadar uzanan
Ömer’in hayata tutunma hikayesi..
Öfke bir insanı ele geçirebilir mi? Olmayan olayları varmış gibi gösterir mi? Öfkeliyken gözünüz o kadar döner mi?
Karakterimiz Ömer
Öncelikle son zamanlarda okuduğum en iyi eserlerden biriydi. Kurgu beni çok etkiledi, yaşantımın içerisinden bazı bölümler olduğu için kitabı okurken daha da heyecanlandım. Ayrıca yazarımızın kalemiyle yeni tanıştım okuduğum ilk eseri oldu diğer eserlerinide sabırsızlıkla okumak istiyorum. Baba denince hep hassasımdır. Derinden etkilendim. Ve sizlere kesinlikle tavsiye ettiğim bi eser oldu. Aranızda okuyan arkadaşlarım var ise yorumlara beklerim keyifle kalın