hasci

Tünelleri insanlar için yaptık. Yokuşlardan lahzada insinler, yokuşları an-i vahitte çıksınlar diye. Tünel’in kayışı, Tünel’e ilk defa bindiği zaman sevinen ve bu sevinci bile belli etmek istemeyen bir çocuk için yapılabilecek bir şey. Eğer bugün biz tünel kayışı yapamıyorsak, bunun en büyük sebebi Tünel’e ilk binen çocuğu sevmememizdendir, demeyeceğim. O zaman hem kendimi methetmiş olurum, hem de tünel kayışı yapabilecek bir iktidarda olduğum zehabı hasıl olur, müracaatlar vaki olur! Diyeceğim yalnız şu: “Şu insanlara hiçbir şey çok değil.”
Reklam
O gün İstanbul’a indim. Şuracığa Tünel’deki çocuk müşahademi -o hanım için değil, ben ondan ümidimi kesmiştim- yine Tünel’deki çocuk için yazacağım:
Dünyada hiçbir aşkın ebedi, hatta uzun ömürlü olmadığı muhakkaktır. Bunun aksini düşünenler başkalarını veya kendilerini aldatmaya çalışan divanelerdir. Dünyada en tahammül edilemeyecek şey de artık âşık olmadığımız birisiyle beraber yaşamak mecburiyetidir. Şu halde âşık olduğumuz birisiyle hayatımızı birleştirmek, en hafif tabiriyle, düşüncesizliktir. Eğer ben bu kızla buna rağmen hayatımı birleştirmek istiyorsam, bu sebepsiz değildi. Ben bu kızı gördüğüm zaman ona malik olmak, onu öpmek arzuları duymuş değildim. Yalnız bir beraberlik, hiç bitmeyecek bir beraberlik istiyordum, başka bir şey değil. Ve çok samimi olarak daha evvel de söylediğim gibi, kendisine karşı olan hissiyatımda biraz da, hatta birçok da kardeşlik vardı. Bir sevkıtabii bizim birbirimize herkesten daha yakın olduğumuzu bana fısıldıyordu. Bilmediğimiz bir kuvvet her ikimizin içine müşterek bir şey koymuştu. Bunun ne olduğunu bilmiyorduk, fakat cinsi arzuların üstünde bir şey olduğu şüphesizdi. Biliyordum ki, bu herkesinkine benzeyen aşk az bir zaman sonra yok olunca arkasında bir boşluk değil, bizi asıl birbirimize bağlayan bu ebedi anlaşmayı bırakacaktır. Biliyordum ki, biz birbirimizi bu aşk geçtikten sonra nihayetsiz bir sükûn içinde ve hiç yorulmadan daha çok seveceğiz.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Okur okur, kitaplarda yazılan şeyleri hakikat zannederek kafasına yerleştirirdi. Hayata bakmalı, hayata; kitaplarda bir şey yok. Kim bilir, biz de evimizde okuyoruz… Fakat hayat büsbütün başka… Etrafı ve zamanı kollamalı…
- Oğlum, sevk-i kaza ve kaderle kızım Atiye ile evleniyorsun. Vâkiâ bu işi gönül rızasıyla ben yapmadım. Fakat ne yapalım, hünkârımız böyle emretmişler. Babanın hatırı için kızımı kurban ettiler. Olan oldu... Hiç olmazsa bundan sonra kendine bir çeki düzen ver, şöyle adamakıllı bir adam olmaya çalış. Ben insandan elinde olmayan şeyleri istemem. Mesela şu boyunu iki karış uzat, demeyeceğim. Allah seni öyle yaratmış, öyle kalacaksın. Biraz daha uzun boylu, biraz daha adama benzer olsaydın elbette daha iyi olurdu. Fakat bu senin elinden gelmez. Bari elinden gelenleri yap. Evvela şu Mülkiye'de okuduğun, ikide bir tekrarladığın yaveleri bir unut. Sonra bu temannaları, bu nezaketi, bu el ovuşturmalarını bırak, ikide bir başını keçi gibi sallama. İnsan ayrı şeydir, keçi ayrı şey. Herkesi kendi hâline bırakmayı öğren. Dikkat ediyorum, bazen odaya girmiş sinek gibi yapışkan oluyorsun. Burnumun ucundan kovuyorum, kulağıma yapışıyorsun. Oradan kovuyorum, başka yere gidiyorsun... Sonunda daima Behçet Bey’in muhtaç olduğu şeyin nasihatten ziyade iyi bir dayak olduğuna karar veren Atâ Molla’nın bu içten konuşmalarla beslenen, gelişen kini yıllarca, ölümüne kadar sürdü.
Reklam
Reklam
436 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.