Ben zannediyordum ki ömürlerimizin teknesini istediğimiz sahile götürmek için yalnızca onun dümenini ele almak kâfidir... Şimdi anlıyorum ki değilmiş... Yollar görünmez kayalarla doluyumuş.. Onlara çarpmamak lazımmış... Daha fenası gizli cereyanlar varmış ki insan onlara kapıldığı zaman yolun değiştiğini, gittikçe uzaklaştığını farketmezmiş... Tâ ki kendisini başka sahillere düşmüş görünceye kadar...
Fikrimce yalnız doğruluk hastalığı, bir hak ve hakikat meselesi etrafında toplanmak kabiliyeti, bir cemiyeti mesut etmeye kâfi gelemez... Bunun için acımak, birbirimizin feryadını, iniltisini duyabilmek de lâzım...
“Acımak…Ben insan ruhlarındaki derinliğin onunla ölçülebileceğine kaniyim.Evet, dibi görünmeyen kuyulara atılan taş nasıl çıkardığı sesle onların derinliğini gösterirse başkalarının elemi de bizim yüreklerimize düştüğü zaman çıkardığı sesle bize kendimizi, bize insanlığımızın derecesini öğretir.”