Yahut da bizim millet acıya alışmış. Biz hepimiz bahtsızlığa o kadar alışmışız ki, sevinç anormal geliyor. Bilmez misiniz, biz de yüksek sesle gülmek ayıpların başında sayılır .Hele çocuklar için... Sonra hocalar bize cennetin sevinçleri yerine durmadan cehennemin işkencelerini belki de bu sebeple anlatırlar...
Zira -her ne kadar garip olsa da- mahrum olmak muhtaç olmak değil ve mahzun olmak mesut olmamak değildir. Şüphe yok ki aydınlık veya karanlık zamanlarımız olabilir. Lakin neşemizin veya hüznümüzün mayası asıl vücudumuzun ve ruhumuzun bir usaresidir. aynı şartlar içinde memnun veya Mahzun olabiliyoruz. İnsanlar başlarına hariçten gelen felaketlerden ve saadetlerden ziyade bu halleri duyuş ve hazmediş kabiliyetleriyle, dünya ile ve kendi nefisleri ile mücadele tarzlarıyladır ki birbirlerinden ayrılırlar. Yani bunları yener bahtiyar yahut bunlara yenilir bedbaht olurlar.
Herkes özünü sakladığını umarken aldanır,acemidir,bunu saklayamaz ;fakat karşısındakinin maksatlarını duyarken herkes üstattır,aldanmaz,gözünden hiçbir şey kaçırmaz.
Zamana hiç değer vermediği halde ,her vakit herkesten önce davranmak isteyen ,sırasına razı olmadığı için de birbirini itiştirip geç kalan milletimiz gene telaşla davrandı.
Başkaları daima ancak kendi hesaplarına uygun görüşlerine inanarak bizi kendimize göre değil, kendilerine göre muhakeme ederler ve çok kere hakkımızda erdikleri kanaatlerin bizim hakikatlerimizle hiçbir münasebeti kalmaz.
En uzak zaman dilimi yarındı, en güzel şeyler beş dakika sonra olacaklardı, öğleden sonra belki beklenebilir bir şeydi, akşama doğru ise hala belirsizliğini koruyordu.