Yalnızlık bu cennet bahçesi için yüreğimde tatlı bir yer açtı, burada geçirdiğim ılık gençlik mevsimi ürkek kalbimde tüm bereketiyle can buluyor. Her ağaç, her çit sanki bir buket çiçek. Bu ıtır denizinde yüzebilmek için bir uğur böceği olası geliyor insanın.
Gözyaşlarını içine akıtmayı öğrettin sen bana. Verdiğim bu soğuk savaşta her gün düştüm ama yine kalktım. Dizlerim her defasında kanadı ama acısını hissetmedim bile. O kadar yaralanmışım ki, o kadar acı çekmişim,sanırım alışmışım. Öldürmeyen şey güçlendirmiş. Sayende güçlüyüm ama kanadım kırık, ellerim dizlerim yara bere içinde. Söz verdim kendime, yaralandığım her yeri öperek iyileştireceğim. Zaman alacak ama olacak. Seninde ne Çiğdemler ne Ayşegüller geçecek hayatından, seviliyorsun zannedeceksin, yanılacaksın. Öyle bir gün öyle bir an gelecek ki.. Sessiz çığlıklarımı işte o zaman duyacaksın, o zaman anlayacaksın. Şimdi baharındasın. Ama baharın kışa döndüğünde, yüreğin soğuktan donduğunda, karşındakinin ısıtmak için çabalamadığını gördüğünde beni hatırla. O seni ısıtmak, her gün yeniden baharı yaşatmak isteyen beni hatırla..
Kumdaki ayak izleri gibi, geçmişte kalmış bir hayatın izleri de içimizde yer alır.
Bu izleri uyandıran şeyler artık uzakta olsa da izler içimizde kalmaya devam eder.
Bizler de her gün kendi içimizde, bilinçsizce böyle izler bırakırız. Ama bunlar bizim düşüncemizi, hislerimizi ve inançlarımızı etkiler.
Ruhumuzdan gelen izleri silmek yerine, onları hayallerimizde, özlemlerimizde ve bilinçsiz isteklerimizde iş işten geçtikten sonra bile canlı tutarız.
Kendi sahnemizde, partnerimizi bizim yazdığımız senaryoyu oynamaya teşvik ederiz.
Bizi memnun etmese de, aslında içimizden gelmese de, bizim dünyamıza uyan bir senaryodur.
Bunlar sadece geride bırakmak istemediğimiz geçmişin izleridir.