Ruh ve mekân arasında yitip giden hikmet üzerine bir -DENEME-
“Küstüm Yastığı”ndan ayrı düşen başlar: Geleneğin Çöküşü, Mananın Çözülüşü
Giriş
Eskiden analarımız bir uzun yastık yapardı. Karı koca aynı yastığa baş koyar, aynı mekânda aynı hayali görür, aynı yastıkta kocamak duasıyla ömürlerini müşterek taşırdı. Bugünse aynı yatakta iki farklı yastık, birbirine dönmeyen iki baş ve iki yalnızlık var. Bu yalnızlık modernliğin içimize ektiği yabancılaşmanın somutlaşmış hâlidir. “Küstüm yastığı” diye anılan bir metafor vardı eskilerin dilinde. Küsen, yastığını alır başka odaya giderdi; bu bile bir protestoydu ama geçici, geri dönebilecek bir sitemdi. Çünkü o yastık, birliğin, müşterekliğin, affedilebilirliğin izini taşırdı.
Bugünse sadece yastıklar değil, düşünceler, sevgiler, mekânlar, inançlar da birbirinden uzak düştü. Aile birliğinden sosyal dokulara, fikirden duyguya kadar her şey parçalandı. Bu yazı, kimi Müslüman aydın mütefekkirlerin tahlillerinden hareketle; basit bir yastık metaforunun ardına saklanmış dev bir kültürel ve zihinsel çöküşü irdelemeye çalışacaktır.
1) Rasim Özdenören’in "Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler" adlı eseri çağdaş dünyanın en trajik yönünü; anlamın silinmesini anlatır. Modern birey için eşya artık bir “şey”dir; mana taşıyan değil, tüketilmek için var olan bir araçtır. Oysa uzun yastık, sadece bir eşya değil, bir manadır; bir birlik sözleşmesidir; birlikte yorulmanın, birlikte yaşlanmanın maddî sembolüdür.
Bugün çift kişilik yatakta iki ayrı yastık varsa, bu sadece bir tercih değil, bir ruh hâlidir. İnsan, mekânını nasıl düzenliyorsa, iç dünyasını da öyle düzenlemektedir. Aynı yastığa baş koyamayan insanlar, aynı hayalin, aynı gayenin, aynı dua dilinin de uzağındadır. Çünkü modern dünya insanı anlamı eşyadan, hikmeti hayattan koparmıştır. Rasim Özdenören’in diliyle bu bir “anlamsızlıkla zehirlenmiş” dünyadır. Ve bu zehir, önce yastıklara sinmiştir, sonra kalplere.
2. İradenin Dağılması: “Hareket” ve Modern Aile
Nurettin Topçu’ya göre hayat, irade ile şekillenir. Ahlâkî bir irade olmadan toplum da, aile de, medeniyet de ayakta duramaz. Bugün yastıklar ayrılmışsa, bu, aynı iradeyi paylaşamayan insanların artışındandır. Bir zamanlar “Allah bir yastıkta kocatsın” duası, sadece yaşlanmayı değil, müşterek iradeyi ifade ederdi. Aynı hayata baş koyma kararıydı bu. Oysa günümüz bireyi, özgürlük maskesiyle bireyciliği putlaştırmış, iradeyi müştereklikten koparmış, kendi arzularının kölesi olmuştur.
Topçu’nun idealize ettiği “isyan ahlâkı” bu çürümeye başkaldırır. Eşyanın, tüketimin, bireysel keyfin belirlediği bir düzene değil; ahlâkî, ruhsal ve metafizik bir düzene çağırır insanı. Küstüm yastığı, bir isyandır; ama içinde dönüş ihtimali barındıran, af dileyen, af bekleyen bir sitemdir. Bugünün ilişkileri ise küslüğe bile tahammül etmeden boşanma dilekçesine dönüşmektedir.
3. Kültürün Çürümesi: Cemil Meriç’le “Dil” ve “İdrak” Üzerine
Cemil Meriç “Kültür, insanın kendini tanımasıdır” der. Bir milletin dili, kelimeleri ve tabirleri onun dünyasını şekillendirir. Küstüm yastığı, sadece bir tabir değil, bir duygu biçimiydi. Bugün bu kelimeleri anlamayan bir gençlik var. Çünkü kelimeyle birlikte yaşantı da, duygu da, hafıza da kopmuş durumda. Modern Türkçe, modern insan gibi sığlaştı. Kelime haznemiz, ruh haznemiz gibi fakirleşti.
“Küstüm yastığı” diyen bir kadın, sitemini zarafetle ifade ederdi. Bugün ise en basit tartışma sosyal medya ifşasına, mahkeme tutanaklarına dönüşüyor. Cemil Meriç'in “idrakimize giydirilen deli gömleği” dediği Batılılaşma, bizi kendi sözümüzden, dolayısıyla kendimizden uzaklaştırdı. Kelimelerimiz kadar duygularımız da Batılı formlara büründü ama bu yeni biçim, ruhtan mahrum kaldı.
4. Hegemonyanın İnşası: “Konsensüsle Yıkım”
Gramsci, kültürel hegemonya kavramıyla, egemen sınıfın ideolojisini tüm topluma nasıl “doğal” ve “kaçınılmaz” olarak kabul ettirdiğini anlatır. Bugün ayrı yastık, ayrı hayat, ayrı arzu normalleştirildi. Popüler kültür dizilerinde “bireysellik” yüceltiliyor; evlilik “sınırlama” olarak görülüyor; aile ise “birey gelişimine engel” diye lanse ediliyor.
Bu hegemonyanın en tehlikeli tarafı, baskıyla değil, rızayla kabul ettirilmesidir. İnsanlar artık kendi elleriyle geleneklerini çöpe atıyor, kendi rızalarıyla yalnızlaşıyorlar. Bu durum, Gramsci’nin hegemonya tanımını birebir yansıtır. Artık küstüm yastığı yok; çünkü kimse küsmeden kaçıyor. Kimse affetmeyi, sabretmeyi, beraber yaşlanmayı öğrenmemiş. Modern birey kendi çöküşünü özgürlük sanıyor.
5. Yastığın Arasındaki Boşluk: Sessiz Çığlıklar
Aynı yatağın iki ucunda duran iki insan… Ortada boş bir alan, hem fiziksel hem ruhsal… Bu boşluk aslında bütün toplumun boşluğu. Aile yastığını bölen bu mesafe, nesillerin, mahallelerin, fikirlerin, inançların arasına da sızdı. Eskiden herkesin sırtını dayadığı ortak bir yastık vardı: iman, merhamet, hayâ, irade ve müşterek kader.
Bugün her birey kendi yastığına kapanmış durumda. Ne zaman ki yastıklar ayrıldı, dualar da sustu. “Allah bir yastıkta kocatsın” duası yerini “kocadan/karıdan nasıl kurtulurum” aramalarına bıraktı. “Küstüm” kelimesindeki nezaket, yerini hakaretlere, dava dilekçelerine, nafaka hesaplarına terk etti.
Sonuç olarak Rasim Özdenören’in manaya, Nurettin Topçu’nun iradeye, Cemil Meriç’in dile ve Gramsci’nin kültürel hegemonya tahliline dönerek baktığımızda; yastıkların ayrılmasının bir semptom değil, bir felaket olduğunu görüyoruz.
Ancak hâlâ bir umut var. Çünkü hikmetle yoğrulmuş milletler, her çöküşün ardından yeni bir inşa hareketi doğurabilirler. Belki de yeniden aynı yastığa baş koymakla başlar bu diriliş. Belki de aynı duaya “âmin” demekle.
Ve o zaman şu cümleyi sadece bir temenni değil, bir hayat nizamı olarak kurabiliriz:
“Allah bir yastıkta kocatsın."