...Üyelerden normal olarak tüketiciliğin çekiciliğine sırtlarını dönmeleri, mütevazı ve sade bir hayat sürmeleri istenir. Bu tür cemaatler (sıklıkla komün olarak adlandırılırlar) üyelerinin omzuna muazzam bir görev, yani bütün özellikleriyle ortak hayatlarını sırf sevgi gücüyle sürdürme
görevini yükler. Eğer karşılıklı düşmanlıklar ya da uzlaşma yokluğu cemaati parçalarsa, ikinci bir savunma hattı kurmak için ne teamül ne de sözleşme yükümlülükleri vardır. Tek yapıştırıcı, komünün ayakta kalması için tek ve dolayısıyla kaçınılmaz koşul, karşılıklı sevgidir. Bundan dolayı her türlü muhalefet ölümcül bir tehdit oluşturur; hoşgörü bir komünün gücünü aşan bir lükstür. Bu nedenle cemaatler ne kadar kapsayıcı olursa, o kadar baskıcı hale gelirler. Baskı, komünleri cemaatlerin en kırılganı ve zayıfı yapmaktan
başka bir işe yaramaz.
"Fransızlarda 'mezar taşları gibi yalan söylemek' gibi bir tekerleme var. Kendi hayat hikayesini anlatmak da buna benzer. Önce hafızmamızın aynasında sadık akisler aramak ve onları infiallerimizin, egoizmimizin eklediği çizgilerden ayırt etmek kabil mi?..."
Hayat can sıkıcı bir tuzaktır.Düşünen bir insan olgunluğa eriştiğinde ve tam bir bilinç kazandığında kendini istençsiz olarak sanki çıkışı olmayan bir tuzağın içindeymiş gibi hisseder.
Tabiatın insanlara en adilce dağıttığı nimet akıldır derler, çünkü hiç kimse akıl payından şikayetçi değildir. Nasıl olsun? Aklını beğenmemesi için aklından ötesini görebilmesi lazım.
Neyse ki hayat bize iyi ve güzel şeyler getirmek için çok eğlenceli yöntemler kullanıyor. Unutmamamız gereken nokta şu:
Bazen tek yapmamız gereken elimize geçen fırsatı doğru değerlendirmektir...
Her hikâye mutlu sonla bitseydi yeniden başlamak için sebebimiz olmazdı. Hayat seçimlerden ve düştüğümüzde kalkmasını bilmekten ibarettir. Ki bunu hepimiz yaparız. Yapamıyormuş gibi davranan insanlar bile yapar bunu.