“Dolunay doğunca akşam, yüreği hangi ihtimale gebe olduğunu bilmeyen faniler için ne zordur hayat. Hasret gibi parlayan yıldızlar dökülürken ayaklarımızın altına, zaman bir muşamba gibi çekilirken, hangi tufana denk gelir bizim hikâyemiz? Yalnızsın işte. Kaç lira eder değerin? Global endekste var mı yerin? Umut sektörü artık kazandırıyor mu borsada? O zaman yalnız bir adam gibi yürümesini öğreneceksin. Kahveyi sade içeceksin. Kalbinde reklam bandıyla dolaşan et çuvallarına aldırmadan. Omuzlarını değdirmeden. Göz göze gelmeden. Sessizce, yüzerek. Bırak nereye gidiyorlarsa gitsinler. Kim çağırıyor nötr bakışlı bu zayıf insanları? Bunca kalabalık, sırtına iliştirilen etiketlerle nereye gidebilir en fazla. Bırak seni görmeden yollarına devam etsinler. Bayrama ayarlanmış neşe saatlerinin de alarmı duyulmuyorsa şayet, kime selam yollayacaksın? O halde mahalle binalarını sırtına verip, iskambilden bir kâğıt çeker gibi sıyrılmanın vakti değil midir? Kaçış mı? Hayır, hayır. Kimsenin sana erişememesi, duyamaması, yetişememesidir bu. Ayaklarımızdan tepemize doğru hücum eden bu kederli çağın tam ortasında bulunmuş olmanın talihsizliği.”