İnsan ve Toplum Evren içinde kendisini en az tanıyan canlı insandır. İnsanın kendisi dışında her konuda bilgili olmaya çalışmasının ve yetkin görünmeye çabalamasının bilinçaltında insanın kendisini çok iyi tanımaması yatar. Doğanın en gelişmiş canlısı olma şansını yakalamış olmasına rağmen insan, sürekli bir inceleme ve gözlem konusu olmaya
Reklam
Hayat başladığı yolu izleyecek ve hiçbir zaman rotasını ne değiştirecek ne de kontrol edecek.
Düşman devletler, Osmanlı devlet ve ülkesine maddi ve manevi olarak saldırmışlar, yok etmeye ve parçalamaya karar vermişler. Padişah ve halife olan kişi, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan ulus, karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte. Felaketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar, bulundukları çevre ve algıladıkları etkilere göre kurtuluş çaresi gördükleri önlemlere başvurmakta... Ordu, ismi var cismi yok bir halde. Komutanlar ve subaylar, Dünya Savaşı'nın bunca sıkıntı ve güçlükleriyle yorgun, vatanın parçalanmakta olduğunu görmekle içleri kan ağlamakta, gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumu kenarında zihinleri bir çözüm, Kurtuluş yolu aramakla dolu...
Hıristiyanlığı da ekliyor sonradan
Şunda kuşku yok ki, bugü­nün dünyasında egemen olan anlayış kilise üzerinden dinle ve tanrıyla savaşan, İnsan'ı her şeyi kendisine göre belirleme hak­kına sahip en üst irade haline getiren, fiziksel gücün sahibinin haklı olduğu anlayışını inşa eden modernite değil de bir başka din/inanç ve o dinin/inancın şekillendirdiği hayat tarzı olsaydı durum çok farklı olurdu. Örneğin bugünün dünyasında ege­men olan inanç ve anlayış, savaşa giden askerlerine anlaşmala­rınıza ihanet etmeyin, hırsızlık etmeyin, mal yağmalamayın, ce­sedin organlarına dokunmayın; çocuk, ihtiyar, kadın öldürmeyin, hurmalıkları kesip yakmayın, meyveli bir ağacı da kesmeyin; ye­mek maksadı olmaksızın davar, sığır, deve öldürmeyin, yol boyu mabetlere çekilmiş insanlara rastlayabilirsiniz onlara dokunma­yın, ibadetlerine karışmayın emrini veren komutanın dini olan İslam olsaydı, Hiroşima'ya atılan atom bombası hala icat edil­memiş olacaktı. Yine örneğin bugünün dünyasında egemen olan inanç ve anlayış dört yüce gerçek ilkesi doğrultusunda; 1-Acı hayatın ve varoluşun bir parçasıdır, 2-Acıların kaynağı arzu ve isteklerdir, 3- İstek ve arzular bırakılırsa acılar sona erdirilebilir, 4- Acıların sona erdirilmesinin yolu doğru kavrama, doğru düşünce, doğru söz, doğru eylem, namuslu kazanç, doğru çaba, uyanıklık, ve doğru konsantrasyondan oluşan Sekiz Aşamalı Asil Yol'dan geçer ilke­lerine sahip Budizm olsaydı Hiroşima'ya atılan atom bombası hala icat edilmemiş olacaktı.
Dedenin işlevi ve rolünde meydana gelen değişime rağmen, özellikle modernleşme sürecinde dedelere yönelik eleştirilere karşın Alevi bireylerin dedeye bağlılık dışında yapabilecekleri bir şey yok. Yani dede kabul etmemenin anlamı Sünnileşmektir. Bu da asla istenmeyen hatta her şeyden daha fazla kaçınılan ve ürküntü duyulan bir durumdur. Bu bakımdan dedelere yönelik eleştiriler, dedelik kurumu üzerinden gelişmekle beraber, talip için dedeye bağlılık dışında bir çıkış yolu yoktur. Esasen iki yönlü bir tutum her geçen gün derinleşmektedir. Çünkü dedenin talipleri üzerindeki etkisi ve yerine getirdiği hizmetleri göz önünde tutulunca daha da daralmaktadır. Böyle olunca nikah işlemlerinin yürütülmesi için resmi makamlara, cenaze işlerinin yürütülmesi için Sünni imama, işlenen suçlular için mahkemeye başvurulmakta ve bu haliyle sosyal hayat, bilginin kaynağı olan dedenin kontrolünden çıkmaktadır. Dedenin zayıflayan işlevine karşın Sünnileşmek olarak gösterilen ve toplumsal bir baskı unsuru ve tehdidi olarak sunulan durum karşısında, dedelerin sembolik ve folklorik görüntüye yakın rolü devam etmektedir.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.