Buluşmak da rast gelmek de, aramak da, kalbine dönmek de buydu. Hayatın mucizesi, esrarı, yazgısı, kaderi, çilesi ve teri buydu. Kim neyi arıyorsa onun tuzağına da yem oluyordu.
Tarihin mutlaka hafifletici nedenler bulacağı bir babanın oğluydu, ama bu baba, ayıplanmaya layık olduğu kadar, saygıya da layıktı, özel erdemlerinin hepsine, kamuyu ilgilendiren erdemlerin de birçoğuna sahipti; sağlığına, servetine, şahsına, işlerine büyük özen gösterir, bir dakikanın bile değerini bilirdi, ama bir yılın değerini her zaman
Onu ilgilendiren, eserin dinsel işlevi değildi; duvarlarında yazılı hikâyelerin, içerideki esrarlı karanlığın, hatların, gölgelerin ve ışığın insan bedeni gibi ahenkli bir denge içinde olmasıydı.
Merkezinde kalp biçiminde bir salonu vardı, omurga gibi uzanan uzun nefi nervürlü bir tavanla hapsedilmiş, payandaları adeta uçarcasına, kollar veya kanatlar gibi açılmıştı. Manş Denizi' nin şiddetli rüzgârlarıyla sallanan dengeleyici sütunlar, Rodin' e insan vücudunun denge sağlamak için sürekli kendini doğrultmasını anımsatıyordu.
(...)
bir fesleğen kalmıştı elimin altında
bir kedi gibi okşadım, elimi doldurdu da
dolduramadı evin gönlünü, evde gönül
kalmamış! Boşunaymış dolunayın ısrarı,
rüzgârın esenliği boşuna, buna ev fırtınası
derler; sözü uyandırır, evi sürükler,
söz yağmuru çiçeklerin boynunu büker!
Ev çıldırmasaydı, durgun suya bakarak
hayatın güzelliğinden konuşabilirdik pekâlâ.