Dikenli yollarla kaplı olduğunu zannediyorduk hayatın.
Ne büyük uçurumlara bizi sürükleyip tam kıyısında yakamızı bıraktığını... Bir adım sonrasının, karanlıktan başka bir çıkışı olmadığını bile bile bizi ne çok sınadığını... Ne acımasız olduğunu... Ne hırçın mücadelelerle bize yaşama savaşı verdir- diğini, ne gaddar bir hisle ruhumuzu sarstığını... Korkunç bir kader çizgisini takip edip yolun sonu meçhule varınca ondan ne çok nefret ettiğimizi... Ne çok "zannediyorduk" hayatı.
Birden düşümde koltuğa oturmuş durumda tabancayı elime aldığımı ve kalbime, başıma değil kalbime dayadığımı gördüm; oysa önceden kesinlikle tam şakağıma ateş etmeyi düşünmüştüm. Göğsüme tabancayı dayadıktan sonra bir iki saniye bekledim; mum, masa karşımdaki duvar birden hareket etmeye, dalgalanmaya başladı Hemen tetiğe dokundum.
Bazen düşünüzde
Gardırobuma girip kapağını kapadım. İçeride olabildiğince az yer kaplayıp sessiz olmaya çalıştım, aksi takdirde karanlığı uyandırabilirdim ama onun uyumasına ihtiyacım vardı. Nefes alıp verirken fazla ses çıkarmamaya özen gösteriyordum. Gürültülü bir şekilde solursam karanlığın bana, Violet'a ya da sevdiğim diğer insanlara neler yapacağını kestiremiyordum.
"Hayatı daha sonradan pişman olmayacağın, özür dilemek zorunda kalmayacağın şekilde yaşamalısın. İşini sağlama alıp baştan doğru olanı yaparsan sonrasında özür dilemeye gerek kalmaz."
Yeterince dikkatli bakarsak dünyadaki güzellikleri görebileceğimizi öğrendim. Ben de dahil, herkesin illa hayal kırıklığı yaratmak zorunda olmadığını ve doğru insanın yanında duruyorsan 383 metrelik bir tümseğin bile insanı çan kulesinden yüksekte hissettirebileceğini öğrendim.
"Her şey yok olsa da bir o kalsa geriye, varlığımı sürdürürüm yine; ama her şey kalsa yerinde ve bir o yok olsa, evren bütünüyle yabancılaşır benliğime."
23 Mart 1950 tarihinde İtalyan şair Cesare Pavese şöyle yazmış: "Aşk gerçek anlamda en yüce manifestodur; var olma ve değer verme dürtüsüdür. Sonunda ölüm varsa da haykırarak, kahramanca karşılamaktır ölümü... Kısacası, iz bırakmaktır."
Yaşamak, karanlık bir denizin kıyısında yürür gibi kaybolmanın kıyısında yürümekmiş; insanın kendisiyle mesafesi, dünyanın geri kalanıyla arasındaki mesafeden daha büyükmüş. Yalnızlık, hayatın içindeki küçük bir parça değil, hayatın kendisiymiş.
Bir yaz günü, bir deniz kıyısında... Zamanın durduğu ve hayatın unuttuğu bir masada, yine bir akşamüstü rakısı için tokuşturduğumuz çay bardaklarını bir kerede dipleyip hiç anlaşamadığımız konular üzerinde tartışmakla meşguldük