Gâyesi bilinmez mukadderâtın Ölümdür en büyük sırrı hayâtın! Düşün yaşamaktan maksadın nedir? Bu âlem bir geniş, açık sahnedir, Herkesi dünyaya kadar sevk eder Her gelen rolünü oynayıp gider.
Insanoğlunun cevap aradığı en mühim soru, "Ben kimim?" ve "Ölüm nedir?" sorusudur. Bütün hayat, bu sırrı kurcalamak ve bunu düşünerek yaşamakla ilişkili... İnsanoğlu bilerek yahut bilmeyerek bu sırrın peşinde... Bu hal, vasat insanda bir ruh istırabı doğurmaz ve arayışını manzumeleştirme ihtiyacı oluşturmazken, ilim ve hikmet sahiplerini en üst seviyeden fikir çilesine muhatap kılar. Arayış, sağlıklı bir şekilde örgüleştikçe hayret makamı belirir ve perdeler birbiri ardınca sakladığını göstermeye başlar. Mirzabeyoğlu, bu keyfiyette bir yaşam örgüsünün sahibi olarak "Ben kimim?" ve "Ölüm nedir?" sorularını başa alır ve bunun üzerinden hayatını anlamaya ve kimliğini izhar etmeye çalışır: "'Ben'... Bütün hayat, bu soruya cevap vermek üzere yaşadığımız hadiseler dizisinden ibaret!.. 'Ben kimim?' ve 'ölüm nedir?' sorusunun bitişikliği üzerinde, nevî şahsıma mahsus bir nefs murakabesi... Hayat ve ölüm... Alındığı yere nisbetle, meçhul bir malum veya malum bir meçhul... Bütün dava, hayatın gayesi, malumu meçhullükten kurtarmak ve meçhulü malûm kılmak!.." *
Sayfa 19 - *Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü 1: Ufuk ile Hafiye (Istanbul: İbda Yayınları, 1991), 18-19.Kitabı okudu
Reklam
Tevhidin üç temel alanı
Nübüvvetin ilk muhatapları kelime-i tevhidi dillendirdikleri zaman, bir anda hayatlarında köklü değişiklikler oluyordu. Neden mi? Çünkü bu kelime-i tayyibenin; hayatın içerisinde üç temel alanı vardı. Neydi bunlar? 1- Ulûhiyette tevhid 2- Rububiyette tevhid 3- Ubudiyette tevhid Bu üç temel alanın açılımı nedir? 1- Allah'tan başka ilah yoktur. 2- Allah’tan başka Rab, terbiye eden, gözeten, kanun Royan, hükümranlık hakkı olan yoktur. 3- Allah’tan başka ibadet edilecek makam yoktur. Sıralamada böyledir biliyor musunuz? Ulûhiyette tevhid olmadan, Rububiyyette tevhid tam anlamıyla olmuyor. Rububiyette tevhid olmadan da “iyyake nabudü ve iyyake nestaîn/Yalnız sana ibadet eder ve yalnızca senden yardım isteriz" sırrı oluşmuyor.
Sayfa 156
“ Deniz kenarında ıssız bir gece... Bir genç adam duruyor.Bağrında üzüntüler, başında şüphe... Gamlı dudaklarla dalgalara soruyor: çözün bana ne olur hayatın sırrını.. Azap veren bu çok eski sırrı …söyleyin,nedir insan?
Deniz kenarında ıssız bir gece. Bir genç adam duruyor. Bağrında üzüntüler, başında şüphe. Gamlı dudaklarla dalgalara soruyor: “Çözün bana ne olur hayatın sırrını... Azap veren bu çok eski sırrı… Söyleyin, nedir insan? Nereden geldi? Gittiği yer neresi? Kimler yaşar yukarıda, altın yıldızlarda?” Dalgalar ebedi mırıltılarında, rüzgâr esiyor, bulutlar geçiyor. Kırpışan yıldızlar kayıtsız, soğuk ve bir genç durmuş cevap bekliyor…
Sinema nedir? Çokları buna bir ayna diye cevap verebilir. İnsanların yüzüne ve yaşadıkları hayata tutulan bir ayna. Orada kendimizi, öteki insanları ve yaşadığımız dünyayı görürüz. Elbette insanın böyle uzakta durup kendine, ötekine ve yaşanan hayata bakması enteresandır. Ama sinema acaba sadece bir ayna mıdır? Perdede gerçekten kendimizi ve yaşadığımız hayatı görebilir miyiz? Belki de orada sadece görmek istediklerimizi, olmak istediklerimizi, özlem ve ihtiraslarımızı bulabiliriz. İşte bu umutsuz bir çabadır. Biz elbette biliriz ki aynada oluşan görüntüyü sağlayan şey aynanın arkasını kaplayan sırdır. O sır bütün insanı ve hayatın her yanını kuşatmıştır. Yönetmen kamera arkasına geçmekle, belki de aynanın arkasına geçmiş gibidir. Yani camın sırrı olmuştur. İşte büyük aldanış buradadır. Yönetmenin yaptığı iş, yani en sonunda yapmaya mahkûm olduğu iş, hayatın hakikatını göstermek değil de, bu hakikatı taşıyan sırra, o bilinmezliğe işaret etmektir. Bence sinema meçhule doğru atılmış bir adım olabilir. O kadar.
Sayfa 207Kitabı okudu
Reklam
97 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.