Belki de yaşamımın yarısını, öteki yarısında işlediğim suçların cezasını çekmek için devletlerin tutukevlerinde geçirmiş olmalıydım, yine de mezarlığın kapısının önünde, özgürlük içinde tuttuğum nöbet gerginliğimde bir anlık bir yumuşama, yatışma göremiyordum. Her zorunlu boşluktan sonra, kendimi mezarlığın kapısının önünde rahatlamış görmekten, yeniden başlamış görmekten bikarsam eğer, onlar da biraz cesaret toplayıp, indirdikleri darbeleri, cesete hiç zarar vermeden, öldürecek kadar biraz sertleştirirlerse eğer, yeniden görünmüş olduğum mezarlığın kapısında, o sabah, cezamı çeker çekmez, yinelemiştim eski suçumu topluma karşı, bir aşağı bir yukarıydı, kimi zaman ağır kimi zaman hızlıydı adımlarım, anayurdunun yıkımını hazırlayan hain Catalina'nın adımları gibiydi, Ben değilim o, hayır, benim o, diyordum kendime, Orada bir çıkış yolu var, diyordum kendime, hayır, hayır, karıştırıyorum, burayı ve orayı, şu anı ve eskiyi karıştırıyor olmalıyım eskiden olduğu gibi, eskinin burasıyla, oranın eskisiyle, bulanıkça algılanan (ama şimdi buradayım işte (buradaysam eğer), orada değilim artık, şaşkınlık içinde mezarlığın önünde gidip gelmiyorum. Kefenlerine sarılan ölülerin ölü yataklarında ya da tabutlarında güneşin doğuşunu bekledikleri tüm gece önümde uzanadursun, yalnızca oturdum ve duvara sırtımı verdim? Ne yapıyorum şimdi, nerede olduğumu anlamaya çalışıyorum, durum gerektirdiğinde bir başka yere gidebilmek için bu, ya da yalnızca kendime, Onlar gelip de beni alana kadar beklemekten başka yapacak şeyim kalmıyor, diyebilmek için, bu izlenime kapılıyorum zaman zaman.