Polisiye kitapları okumayı sevmiyorum. Belki işimi mesai saatleri bitiminde hayatıma taşımak istemediğimden olsa gerek diye düşünsem de, asıl mesele polisiye romanlarını okurken anlatımın bana çok komik gelmesinden kaynaklı. Hakikatten okurken çok gülüyorum. Yazarlar genellikle; Arka Sokaklar dizisinden esinlenerek karakterleri belirleyip
“Kime oy vereceksin?” diye sordu bir vatan sevdalısı dostum.
“Ne bileyim …?”
Adı, mesela ‘meşe palamutu’ olana vermeliymişim, çünkü o hemşehrimiz imiş.
Milletvekili adaylarının listesini yapmış, ‘bu hemşehri’, ‘bu değil’ diye.
Afedersin, zurna hazretlerinin, ‘zırt’ deme talebi bu noktada doğmuştur.
Biiiir:
Hemşehricilik sevdası, ilkel
İlk Orhan Kemal okuyuşumdu ve gerçekten çok güzeldi; tanışmış olduk. Vesile olan kişi Hasan Ali Toptaş oldu. Kendisinin çok sevdiği okunması istediği bir kitap olan Bereketli Topraklar Üzerinde’yi okudum.
Roman 3 arkadaşın birlikte yola koyularak köylerinden Çukurova’ya hemşehrilerinin fabrikasına gidiyorlar. Daha köyden çıkmadan trene binerken
''Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İlke ve İnkılaplarına Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarını Milletin hizmetinde olarak, tarafsız ve eşitlik ilkelerine, bağlı kalarak uygulayacağıma, Türk Milletinin, Milli, Ahlaki, İnsani, Manevi ve Kültürel değerlerini benimseyip,
"Hemşehricilik de büyük olasılıkla soy-boy tipi örgütlenmemizin bir kalıntısıdır. Yeni karşılaştığımız birine nereli ve kimlerden olduğunu sormamız eski Türklerin, boy kim?, kökünğ kim? diye sormalarından farklı değildir."
“Bu topraklar yeniden fethe muhtaçtı, fetih sancağı açıldı..”
Hz. İsa yolda yürürken
İsrailoğulları’nın zina ettiği gerekçesiyle bir kadını recmetmek üzere olduklarını görür.
Çaresiz gözlerle yardım isteyen, sessizce imdat çığlıkları atan kadını bırakmalarını söylese, “sen bir fahişeyi mi koruyorsun” diyeceklerini bildiği için kalabalığa;
Biz, üstünlüğü takvada gören bir dinin mensuplarıyız. Bu hakikati iyice anlamak durumundayız. Burada bir parantez açmamız lazım; asabiyetçilik veya ırkçılık dediğimizde, yani bir başkasına üstünlük taslamak dediğimizde biraz dar düşünüyor ve meseleyi sadece kavmiyetçilik olarak anlıyoruz. O, işin en önemli ayağıdır ama asabiyetçiliğin daha birçok boyutu vardır. Hemşehricilik gibi bir boyutu vardır. Ya da yaş gibi bir boyutu vardır, mesela kişi yaşlıysa gençleri, gençse yaşlıları küçümser. Cinsiyet gibi bir boyutu vardır; erkektir kadını, kadındır erkeği küçümser. Mensubiyet gibi bir boyutu vardır; kişi neye mensupsa -bir partiye, bir tarikata, bir cemaate, her neyse- kendisini seçilmiş ve üstün görür, diğerlerine tepeden bakar. İşte bütün bunların hepsi Cahiliye âdetlerindendir ve üstünlüğü takvada gören bir din bunu asla kabul etmez. Üstünlük takvada demek ise kişinin dindarlığını birine reklam etmesi değil, o sorumluluğun gereğini yerine getirmesidir. Sahâbe takvayı nasıl anlıyordu biliyor musunuz? Onlara göre takva, "Gördüğün her mümini kendinden hayırlı zannetmendir. "Bakışımız böyle olduğunda, takvayı böyle anladığımızda bu aziz dini de doğru anlamış olacağız.
"Türkiye idaresi ve demokrasinin ana sorunu oturmamış ırsi soyluluk ve kalıplaşmış seçkin zümre değildir. Doğrudan akraba (nepotizm), hemşehricilik ve asıl tarikat ve kabile üyeliği ve aidiyettir. Eğitimde rekabet şartlarını uyacak seçkin eğitim görüşlerinin olmadığı, akrabalık ilişkilerinin baskın olduğu bir toplum modeli söz konusudur."
Gerileme ve çöküşün pekçok sebepleri vardır. Ama bunların başında kayırmacılık gelir. Bu dönemde kayırmacılığın her çeşidi görüldü.
Bu dönemde manastırlarımıza yeni giren inceptor’ ların ehliyet ve liyakat da seçilmediği, bunların seçilmelerinde başka başka mülahazalara rol oynadığı iddia edildi. Keza bunların kariyerlerinde “sine merito”
Türk kültürüne azımsanmayacak hizmetlerde bulunan Metin Önal Mengüşoğlu, şiirden çok nesri ile dikkate değerdir bana göre. Kaleminin kıvraklığı geleceğe, hangi alanda yazarsa yazsın mutlak güzellikler taşıyacaktır. Şehir- insan ilişkisi edebiyatımızın en ciddi konularından olmuştur. Ve bu konuyu da ince dikkatiyle değerlendirmekten geri durmamıştır.Bizi biz yapan, şehrimizin algılanışı değil mi? O halde yazma/ okumalarımız içinde öncelikle bu olmalıdır. Harput Şehrengizi'nde sadece adının geçtiği coğrafyayı değil, bütün coğrafyamızı, oralara yansıyan hemşehricilik felsefesini ve başka acı şeyleri buluruz.