bıyıkları bile terlememişti henüz
direnemedi merminin sıcağına,
ölürken ne güneşi tanıdı ne güzü.
sığmadı gün güneşe,
pimi çekildi anacığının
güneşinden vuruldu yeryüzü.
ah oğul…!
cinayeti yarattık ama kurtaramadık kendimizi ölümden
kaç ölümdür bir yaşamın ederi?
kurşun nasıl vurur bir çocuğu düşlerinden
postal izi,
barut kokusu mudur insanlığın kaderi?
ah oğul…!
gökkuşağının az sonrası
-b a r ı ş-
yakın mıdır acep kurtuluş günleri?
acının deminde umudun ışığında
yeşil bir zeytin dalı gibi
yaşayarak
azaltmalıyız ölümleri.
Zaman içinde bulunan hiçbir varlık kendi yaşam süresinin bütününü aynı anda kavrayamaz. Henüz yarına ermemiştir, dünü ise çoktan yitirmiştir; yaşadığı bugünde bile ancak değişebilir ve geçici bir anı yaşayabilir.
bazen vatan…
bazen bir gaye-yi hayâl uğruna
kardeş kardeşi vurmuş,
insan insanı boğmuş insan kanında.
henüz bıyığı terlememiş bir oğul getirmişler bembeyaz kefeniyle,
elleri ayakları yok, kurşun yarası kızıl karanfil gibi açmış alnında
delikanlılara ölümü hiç yakıştıramadım…!
.
hiroşima ne ki, bütün gönderip
parçaları gelen oğlu yerine ölmek isteyen ana yüreğinin yanında
düşündüm, şu deniz hangi ananın gözyaşı, bu insan çölünün ortasında
.
hangi buluta baksam çığlık yağıyor
hangi ananın kapısını çalsam…
acı biriktiriyor, ölüm sağıyor
oysa hangi ana günahkârdır, cennet ayağının altında?
analara ölümü hiç yakıştıramadım…!