OĞLUM 12 YIL UYUDUKTAN SONRA UYANDI...
Bir gün çok sinirlendi. Yine kendini balkondan atmak istedi. Zor ikna edebildik. Akşam oldu, onu uyuyor zannettim. Babasıyla ne yapacağımızı konuşurken bir ara "oğlumuzu olmazsa bağlayalım" diye ağlayarak anlatıyordum ki birden yatağından doğrulup sadece bana bakarak, "yazıklar olsun size,
Öyle hastalar var ki, babası ölmüş, annesi, en az yetmiş yaşında. Artık bırakın evladına bakmayı, kendine bile bakamayacak durumda.
Tek endişeleri bizden sonra ne olacak.
Evet maalesef çok acı bir gerçek.
Bir tanıdığım anne yetmiş üç yaşında, iki evladı da hasta. Biri kız, biri erkek. Anne şeker ve tansiyon hastası. Tek üzüntüsü; "ben
Ah Mücella ne çok izledin başka hayatları, ne çok mutlu oldun başkaları için. Oysa geçip giden zaman kendi ömründü.
#mucella çok arabesk bir dille yazılmış olmasına rağmen derinden etkiledi beni. Aslında hepimizin ya da benim yaşlarımdaki genç (!) kadınların annelerinden, komşularından dinledikleri hikayeler. Çevresine bakındı diye ayıplanan kızlar yani aslında nedensiz yere hep ayıplanan kızlar ve bu baskı ile büyüyen ve büyüten anneler. Türkiye'de kadınların halini okurken Neyyire Hanim'a öfke duydum. Aslında öfkem böyle büyütülen annelerimizeydi belki, ya da bunu değişen zamanla değiştiremeyenlere. Her neyse #mucella okurken arabesk gelen ama bu arabesk anlatımın tam da biz olduğu sakin akan bir hikaye.
25'ni 26'sına bağlayan soğuk, karlı, eksi ısılarda bir gece.. Öyle bir soğuk düşünün ki gaddar insan bile köpeğini sokağa bırakmaz. Köpeğini diyorum, köpeğini..
O gece tatlı rüyalarında olan insanlar her şeyden habersizdiler: Bir kaç saat sonra sıcacık yataklarından evlerinden bir parça bile alamadan bir tek yatak kıyafetleri ile sokağa döküleceklerinden, kaç aydır karnındaki çocuğu eline almak hayelleri kuran anneler karınlarındakı bebeğin gaddarca rahminden söküleceğinden, masal dünyasında uyuyan 7 yaşlı kız o güzel kafasının içindeki tertemiz beyninin söküleceğinden, yaşlı dede ve ninelerimiz gözlerinin oyulacağından, derilerinin yüzüleceğinden, namusunu eşi için sevdiği için koruyan kadınlara defalarca defalarca tecavüz edileceğinden, evlerinin, birikimlerinin yağmalanacağından, yakılacağından. O soğukta don vurup öleceklerinden, ellerini, bacaklarını, evlerini barklarını, sevdiklerini, namusunu, yaşamlarını, geçmişini, geleceğini, yarına olan umutlarının söneceklerinden habersizdirler..
Bugüne kadar ölüsünden, dirisinden haber alınmayan insanları da unutmayalım.
Bunlar bir kitapdan alıntı değil ya da bizim uydurduklarımız değil. Bunlar kendini "insan" adlandıran, yıllarca komşu gibi yaşadığımız "ermenilerin" bize yaptıkları. Merak edenler bizzat sorumluların dilinden okuyabilir. Zaten ballandıra ballandıra anlatıyorlar...
26 Şubat, o soğuk, acılı, 24 yıldır utancından kan ağlayan "kara Şubat"..
1992 26 Şubat Azerbaycan haritasından Xocalı kayboldu. O kocaman boşluk şimdi hep siyah..
youtube.com/watch?v=1vz1p7M...
Anne-Baba ve Çocuklar
“Yeni nesillere akılcı bir terbiye verme meselesi...”
Snelman ile arkadaşları Finlandiya’yı uyandırmak için bütün ümitlerini buna
bağlamışlardı. Gençlik meselesi Snelman’ın en sevdiği bir konu ve aynı
zamanda kendisinin en hassas ve ıstırap duyduğu meselesiydi.
Snelman kimi zaman gençleri yüzlerine karşı azarlıyor
YAĞMUR
Vâreden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat
Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur,