Oyuncakları olmuş çocukların kurşunlar
Zalimler her gece bir fidanı kurşunlar.
#savaşlar insanlık suçudur#
İnsan Hakları Evrensel bildirgesi,Birleşmiş Milletler konseyinde 10 Aralık 1948 yılında 48 ülkenin oyuyla kabul edildi.Görünen o ki suçları daha resmi bir şekilde işlemek için onaylandılar İnsan Hakları Bildirgesini!!!
Bildirgenin yayınlanmasından bu yana tam 78 yıl geçti değişen bir şey yok , Filistin#Doğu Turkistan Soykırımları#
2001de kendini çok özgürlükçü,eşitlikçi diye nitelendiren sözde adaletli ABD11 Eylül saldırıları bahanesiyle afganistsna savaş açtı, ülkeyi alt üst etti.
Aynı şekilde 2003 de ABD Birleşik Krallık önderliğinde Irak'a savaş acti,ülke acımasız şekilde katledildi ve yıkımın etkileri hâlâ devam ediyor.
İnsan Hakları Bildirgesi tam bir safsata bir saçmalık.Hiçbir Zaman uygulanmadı, sadece insanları oyaladilar ve şimdi oyalama gereği bile duymuyorlar.
Savaş her an bizim kapımızda gelebilir gözleri hep bizim topraklarda zaten.
Ne yapılır bilinmez şuan olmamasını ummaktan başka bir şey yok.
uyumadığım gecelerin sabahında,
göz altlarımdan mor çocuklar doğardı.
mor çocuklarıma ninniler söylerdi sabah ezanları.
fırtına da ters çevrilen şemsiyelere benzerdi,
duaya açılan avuçlarım.
avuçlarıma kar yağardı,
kimi zaman tipi.
kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım?
birkaç kış geçti pollyanna,
ben hep mahzun kaldım.
Aziz Bey, Tamburi Aziz Bey…
Herkese ve her şeye geç kalmış biri. Burnu düşse eğilip almaz, başı dik, aksi ve biraz havaice diye anlatır yazar onu.
Babası adliyede memurdu, hep dik durma çabası içinde geldi geçti ömrü. Sertti. Aziz Bey’in bu dik başlı, dediğim dedik halleri babasından geliyordu besbelli.
Gençliğinde, ne istediğini bilmediği zamanlarda oradan oraya savruldu Aziz Bey.
Bir dönem top sahalarında koştu, bir dönem cankurtaran oldu. Dolmuşçuluk dahi yaptı.Askere gitti, geldi düzenli bir hayatı olsun istedi. Onu da yapamadı.
Bu sıralarda meyhanelere düştü yolu ve Tamburi Aziz Bey oldu. Asiydi, dik başlıydı evet ama duygusal bir yanı da vardı. Sanatçıydı ne de olsa.
Gelip geçici heyecanlar yaşadı ama esas Maryam’da buldu beklediği, onu serseme çevirecek aşkı.
Bu aşk uğruna çok şeyden vazgeçti. Geri dönüşü olmayan yollara girdi.
Annesinden, babasından, doğup büyüdüğü topraklardan, kendinden ve hatta bundan sonra hayatına girebilme ihtimali olan tüm kadınlardan vazgeçti.
Bu vazgeçişlere değdi mi ?
Ya Vuslat…Ah Vuslat! Bu hikayede ben en çok sana üzüldüm. Neden sevilmedin ki ?
Romandan çok tadı damağınızda kalacak bir öykü gibi…
Okuyunuz, seversiniz :)
•
❝
—Zaman geçti deniyor ya hep. Kimse söylemiyor, geçiyor da nereye gidiyor? Bu meret kaybolmuyor ki. Bir katil gibi dokunduğu her yerde izler bırakıyor.
❞
•
Fırtınada ters çevrilen şemsiyelere benzerdi duaya açılan avuçlarım
Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım
Birkaç kış geçti Pollyanna.
Ben hep mahzun kaldım
"Nicki," diyorum.Üzerinde beyaz bir tişörtle lacivert bir etek var. Mavi bir Nike
logosu bulunan beyaz 210'larını giymiş. "Carrie."
"Nasıl hissediyorsun?" diyorum. "Bileğin nasıl? Sırtın nasıl? Üzerine oynayabileceğim herhangi bir sakatlık?"
Nicki gülüyor. "Ne yazık ki yüzde yüz iyi hissediyorum." "Güzel," diyorum. "Galibiyet daha tatlı olacak."
Nicki başını iki yana sallıyor. "Yıllar önce, daha çocukken senin bir röportajını okumuştum," diyor. "Babanın sana Akhiellus dediğini söylediğin."
"Evet," diyorum. "Yunanların en büyüğü."
"Bunu hep kıskandım. Sendeki o yazgı hissini. Hektor, Patroclos'u öldürdükten sonra Akhiellus'un Hektor'a ne söylediğini hatırlıyor musun?"
İlyada'yı okumamın üzerinden uzun zaman geçti. Başımı iki yana sallıyorum.
Nicki gülümsüyor. "Diyor ki, 'İnsanlar ve aslanlar arasında bir anlaşma olamaz. Bana yaşattığın kederin bedelini sana sonuna ka- dar ödeteceğim."