"Bir gün aklına gelecek olursam,
Bana şiir ısmarla.
Eylül'ü konuşalım."
Artık sadece kıyıda köşede kalmış kitaplar için inceleme yapma kararı almıştım. Yalnız beni şiire gerçek anlamda bağlayan bu kitabı da incelemek istedim.
Ortaokulda iken yaklaşan Anneler Günü için okulda bir şiir yarışması düzenlenmişti. Elbette ben de
Başlamadan bir iki soru sormak istiyorum. Mustafa İnan’ın öldükten 4 yıl sonra hizmet ödülü almasıyla, Oğuz Atay’ın değerinin öldükten sonra anlaşılmasının ironik tesadüfiliği hakkında neler düşünüyorsunuz? Sayfa 14’te(İletişim, 52.baskı) ödül mevzusunu öğrenince aklıma direk bu soru takıldı. İnsan neden ölünce değerlenir? Sonra syf 251’de: “Demek
Bu kitap vesilesi ile de 1K nın şiir seviyesini ve kültürünü, anlayışını öğrenmiş, görmüş ve hatta utanmış bulundum. Türk şiirinin geldiği son nokta şuursuzluk(yazar eşleştirisi değil.) Daha ne kadar kötü olabilir derken hep daha kötüsünü görüp yıkılıyorum. Ve bunun beğenilmiş olduğunu görmekte beni hayrete düşürüyor.
İşin kötü tarafı şu ki artık
Güneş bugün de doğmadı. Koyu karanlık bir yalnızlıkla başbaşayım. Kimbilir ne zamandır burdayım...
Peki burası neresi? Hiçbir fikrim yok. Tenimde hafif bir ıslaklık hissediyorum; yağmur çiseler de nemlenir ya elin, yüzün... Ama ıslandım da diyemezsin. Karanlık neyse de şu halatımsı şey beni çok ürkütüyor. O şeyle beni bir yere bağlamış
Ahh Gülendam, ne güzel hayallerin vardı gelecekle ilgili. Haydar'la bir yuva düşlemiştin. Her ne kadar Haydar, "Ben devrimci oldum" dese de sen hayallerinden vazgeçmedin. Haydar da hayallerinden vazgeçmedi, her ne kadar abisi "Lan oğlum biz çalgıcıyız, çalgıcıdan komünist olur mu, devrimci olur mu?" dese bile. Ama hayat