kaç çiçek kurusu
kaç kelebek ölüsü
kaç yüz buruşuğu
yaşanamayan kaç aşk
olası kaç heyecan
kaç eksik ürperti
hiç saramayacak kaç beden
bir
taş
oynuyor
yerinden
bir adam güç bela öpebiliyor sevgilisini
bir saz kırılıyor
bir civan uçuruma salıyor ağırlığını
bir köprü uçuyor bakmaktan
ellerim yanıyor kâğıtta
ellerime ağustos yağıyor durmadan
en çok Baharları ağlıyorum
bir yanardağın batısında
Hatırlarsın
Bir şafak vaktiydi
Arsız bir menekşe sureti takınarak
Eylül vurgunu yüzüme
Yavaşça ve üç defa
Dokunmuştum aynasız ve kanaryasız kapınıza
Mutfak önlüğünle açmış
Bana sarılmış ve saatlerce ağlamıştın
Geldiğimiz yolun doğu'sunu unutmadık
vardığımız yer ise
gördüğünüz izin hükmüdür
çünkü
üzerimize çöken sokaklarda
gölgelerimize
yalnız bir kılavuz gibi sarıldık
ve
bu bizim
bir başına yazdığımız
külden bir künye
bu
soran olursa işte onu
kalbimizin kayalığını gösteriyoruz..
Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü Bir kolye dökülür göğüslerine
Gider gelir bir uçtan öbürüne
sürekli bir sıla değil midir bu
gidiş gelişin aksine?
sonsuzun mis kokusu.
Uyku kadar eski,
Ölü, diri herkesin bildiği koku.
senin mor gördüğün mordu, bu doğru
siste de seste de sessizde de çünkü
silemeyiz şiddetin
soluyan sayıklamasını
usul usul gelmiş olsa da
ölümü kalbin..
Çamurdan yolları vardı sana gelişlerimin
Ve yanlış sözlerin kanattığı yoğunluğun baş belası buğusu
Dağınık saçlı Tanrı'lar bilirdi bizim neler çektiğimizi
Dudaklarımıza bulanır öylece kalırdı
Benimizin duvarlarına çarpan sözlerin bütün sarışın yanları..