"Doğrusu herkes, her zaman belli bir tasa, kaygı, endişe, ıstırap ya da sıkıntı terkibine ihtiyaç duyar, tıpkı bir geminin sağa sola yalpalamadan dosdoğru yol alabilmesi için bir denge ağırlığına duyması gibi ...
Meşrutiyet günlerinde, hürriyetin ilanı üzerine sokaklarda herkes: “Yaşasın Enver, Yaşasın Niyazi!” Diye bağırırken Yahudiler yalnız; “Yaşasın!” Derlermiş. “Kim yaşasın?” diyenlere de ne olur ne olmaz belki bir değişiklik olur ihtimalini düşünerek “Daha belli değil.” derlermiş.
Herkes kendi ölümünün sahibidir. Ayrıca herkes bunu kendi bildiği gibi yaşamalıdır. İnsanın hayatını onun elinden alma hakkımız olsa bile ölümünü elinden alma hakkımız asla yoktur.
Paskalya zamanı baharın başına denk gelmişti. Kızak mevsimi biteli çok olmamıştı. Avlular hâlâ karla örtülüydü ama eriyen karlardan oluşan derecikler köyün sokaklarından akıyordu. İki evin avlusunun arasındaki sokakta da büyük bir su birikintisi oluşmuştu. Köydeki iki farklı evde yaşayan iki küçük kız bu birikintinin başında buluştu. Birinin yaşı