Beş, altı, sekiz, dokuz, yirmi milyonun bir arada yaşadığı dev kentler vardır dünyamızda. İşte Paris, Londra, Tokyo, Shangai, Washington, New York vb. İstanbul gibi, tarihten gelen toplumcu geleneklerin hâlâ var olduğu bir şehirde bile, insanlar yalnızdır. Düşünün bir kere, on milyon içinde insanlar yapayalnız. Caddelerde, otobüslerde, vapurlarda, trenlerde, sürüler halinde, omuz omuza binlerce, yüzbinlerce insanla yan yana yürüyorsunuz, yaşıyorsunuz ve buna rağmen içinizde dayanılmaz bir yalnızlık var. Hastasınız, paranız bitmiştir, arıyorsunuz, çocuğunuz trafik kazası geçirmiştir, eşiniz doğum yapacaktır, acil bir yardıma ihtiyacınız var veya içinizi birine dökmek istiyorsunuz, fakat bu yüzbinlerce, milyonlarca insan içinde aşina bir çehre, gülen bir yüz, sizi selamlayan bir çift göz, elinizden tutacak bir dost el yok. Ama yine de her yanınız, altınız üstünüz, sağınız solunuz, önünüz, arkanız sayısız insanla dolu ve birini, diyelim ki çevirip,
-Afedersiniz, benim yardıma ihtiyacım var, diyecek olsanız adam size:
-Özür dilerim işime geç kaldım, yahut:
-Beni ne ilgilendirir? Veya:
-Derdim başımdan aşkın, ya da: Yardım kurumlarına gidin, diye karşılık verecek. Öyle ki tanımadığınız bir adresi sorsanız ya da adam komşusu olduğu hâlde bilmeyecek, ya da cevabı karşılığında para isteyecektir. Açlığınızdan ölebilirsiniz. Bir trafik kazası olur, kimse size yardım edemez. Herkesin günü saatlere göre değil, dakikalara göre ayarlı, ilgililet, saatler sonra gelir sizi götürürler. Mesela Londra'da intihar eden bir genç kız kaldırımlar üstünde, belediye ilgilileri gelinceye kadar tam üç saat kalmış, diye gazeteler yazıyor.