Ve insan ne çok şeye sığıyor. Dinlemeyi bilenler için kalpten kalbe ne çok yol var. Bir ağaca sırtını dayayıp da bütün sesleri içime çekmek istiyorum. İçimde okul çıkışı eve dağılan çocuklar uğuldasın, bir pazar kalabalığı uğuldasın, renkler ve mevsimler uğuldasın.
Beckett'in o ünlü sözünde söylendiği gibi, 'bir daha dene, bir daha yenil, daha güzel yenil'. Öğrenmesini bilirsek; engeller sıçrama tahtasına döner, kırılganlık zenginliğe, zayıflık güce, imkânsızlık imkâna inkilap eder.
Çocuk yetiştirmenin en güç tarafı, çocukların bir gün yuvadan uçup gideceğini bilmek midir? Yoksa kendi kanatlarını kullanmayı hiç öğrenemeyecekler diye mi kaygılarınız en çok?
Onlardan ayrılmak mı üzücüdür yoksa onların kendi ayaklarının üzerinde duracak hale gelememeleri mi? Bağımsız bir yaşam kurduklarında mi seviniriz en çok, yoksa bize duydukları gereksinimin hiç bitmediğini anladığımızda mı?
anonim
Montaigne'nin dediği gibi hoca öğrencilerini önünde koşturmalıdır. Ho cayı dinleyerek ne çalışmayı öğrenebiliriz ne de bilimsel anlamda buluşlar yapabiliriz. Maç müsabakası seyrederek beden eğitimi yapılamayacağı gibi.
Çalışma kelimesine, eziyet, yorgunluk, acı gibi ifadelerin yakıştırılması son derece üzücüdür. Psikolojide basit bir kuram der ki; aşırıya kaçılmadığı takdirde tüm çalışmalar mutluluk verir.
Can sıkıntısı başka bir ortamda, insan yeteneklerinin tam olarak kullanılamadığı durumlardır. Can sıkıntısı aslında bir olaylar özlemidir, hem de yalnız hoşa gidecek olaylar değil bunalım kurbanının bir günü öbüründen ayırt etmesine yardım edecek herhangi bir olay özlemidir.