“Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük bestecilerinden Melih Kibar, Lâl kızımı görmeye gelmişti. Sanırım onu bizden alacak hastalığını yeni öğrenmişti ama saklıyordu muhtemelen. O gün bana, ‘Çok yaşayacağımı sanmıyorum İclal,’ diye başlayarak anlattıklarını, birkaç yıl sonra Londra’da ben de Can Dündar’a anlattım. Can, çok yıllar sonra ‘Söylenmemiş Sözler’ isimli romanımda bir kahramanıma söylettiğim şu cümleyi kurmuştu:
‘Bir aşkın ölümsüzlüğü iki şekilde mümkün oluyor;
Ya taraflardan biri erken ölüyor,
ya da hiç kavuşulmuyor…”
Gece yarısı saat 12:24
Ve ben iyi değilim hiç değilim
Seni mi özledim yoksa verdiğin acıların son kırıntılarını mı çekiyorum bilmiyorum
Hâlâ seni seviyor muyum yoksa sevmiyor muyum bilmiyorum bildiğim tek bir şey var artık seni istemiyorum
Başka çarem yok seni bırakmaktan başka çarem yok demiştin sen ne anlarsın çaresizlikten!!!ne hissettiğini bilmediğin anların oldu mu hiç
Sanmıyorum
Yalnızlık dinmeyen bir sızıdır. Eğer, bazı kimseler, bunu benliğin bir çeşit kurtuluşu gibi göstermek istemişlerse yanılmışlardır. Bir sürü hayvanı olan insan, sürüsünden ayrı düşünce zavallı, mustarip, avare bir yaratık oluyor. Bunu, sürüye dönmekten başka avutacak bir şey yoktur. Fakat, benim sürüme ne oldu? Hani, çoban nerede? Çoban, Ankara'nın yalçın kayası üstünden sesleniyor, sürüyü toplamaya çalışıyor. Sana selâm, ey mübarek çoban; gazan mübarek olsun! Fakat, günün birinde sürünü topladığın zaman ben onun içinde bulunabilecek miyim? Bu köy, onun içinde bulunabilecek mi? Hiç sanmıyorum. Kayanın üstündeki çoban? Bu köy, burada tek başına küflenmekte ve ben, tek başıma gözyaşlarımı içime çekmekte devam edeceğim. Bir türlü kaynaşamayacağız.