Sustum, karşılık verecek durumda değildim. Çekildim ve adamın sözleri üzerine düşünceye daldım. Bu adam bu dünyanın kötülüğünden duyduğu hiddeti portakal misaliyle ifade eden bir hiciv üstadı değil de nedir?
Aşkın muhtelif boyutlarında ortak olan bu gizlilik ve edep hissi, ister istemez atalarımıza ait beşeri aşka da yansımış ve aşıka özgü bir tavır geliştirilmesine yol açmıştır. Aşkın kayda geçirilmemiş yasası demek olan bu tavır, daha ziyade aşıkı ilgilendirir. Aşık, sevdiği insanın adına halel getirmemek için sevda bahrinin merkezine kendisini koyar ve aşkın bütün acılarına talip olur. Ona göre aşk, her şeyden evvel bir sır -ki bu uğurda ser verilir- olup neticesi de elemdir. Elem çekmeyince -ki o da aşkın yegane gıdasıdır- aşk, yalnızca bir ilgi olarak kalır. Elemin ibtidası , içe yönelmek, başkalarından ayrı bir hayal dünyası kurup orada sevgiliyle birlikte olmaktır. Buna ister melal diyelim, ister melankoli, her hal ü karda aşkın yolu bir özgelikten, ayrıcalıktan ve dolayısıyla gizlilikten geçer. Aşık, sevgilinin haberi olsun yahut olmasın, kendi kozası içinde medd ü cezirler yaşadıkça, aşkı ve dolayısıyla özlemi artacak ve sevgili uğruna can-fedaya kadar gidecektir.