Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hamide Güler

- إِدْفِنْ وُجُودَكَ فِي أَرْضِ الْخُمُولِ، فَمَا نَبَتَ مِمَّا لَمْ يُدْفَنْ لَا يَتِمُّ نِتَاجُهُ Varlığını gizlilik arazisine göm. Zira gömülmeden biten tohum tamamen olgunlaşamaz.
Reklam
Eğer O'na ulaşmak için kötülüklerinin sona erip, iddialarının yok olmasını bekliyorsan ebediyen O'na ulaşamazsın. Fakat O seni kendine ulaştırmak istediğinde senin vasfını ve hususiyetini kendi vasfı ve hususiyetiyle örter. Dolayıs O'na ulaşman senden O'na gidenle değil, O'ndan sana gelenledir.
Üstat buyurmuştur ki: "Tarikatta hissesi olmayan, kalbi harekete geçmeyen bir muhakkik âlim zat da olsa, şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendisini tam muhafaza etmesi müşkülleşmiştir. Ehl-i tarikatın, dalâlet ehlinin hücumu zamanında imanlarını muhafaza etmesi tarikatın nimetidir. Âdi ve samimi bir ehl-i tarikat, sûfî, zâhirî bir ilim adamından daha ziyade kendisini muhafaza eder. Mürşidine ve tarikatına olan muhabbetle dinsizlik cereyanlarına girmez. Kutub bildiği mürşidinin himmetiyle dinsizlik evhamına kapılmaz. Günah-ı kebâir işler, günahkâr olur ama kâfir olmaz."

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Üstat Bediüzzaman hazretleri [kuddise sirruhů), Sikke-i Tasdik-i Gaybi'de şöyle anlatıyor: "Ben sekiz-dokuz yaşlarımda iken etrafımızdaki bütün ahali, tarikat-ı Nakşibendiyye'nin meşhur gavsı Seyyid Sibgatullah Arvâsî [kuddise sirruhů] isimli zattan medet isterken, ben akrabalarıma ve ahaliye muhalif olarak Gavs-ı Geylânî'den [kuddise sirruhû] istimdat ederdim. Çocukluk itibariyle elimden bir ceviz gibi ve ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa, 'Yâ şeyh, sana bir Fâtiha. Benim cevizimi bul- dur' derdim. Bir Fâtiha okurdum, ceviz gelirdi. Acayiptir, yemin ediyorum, Gavs-ı Geylânî'den [kuddise sirruhû] 1000 defa böyle himmet imdadıma yetişti. Onun için bütün hayatımda, umumiyetle Fâtiha gibi zikirleri ne kadar okumuş isem, Hz. Resûlullah'tan [sallallahu aleyhi vesellem) sonra Şeyh Abdülkadir-i Geylânî'ye [kuddise sırruhû] hediye ediyordum." (Sikke-i Tasdîk-i Gaybî,s.116.) Bu zat, nasıl olur da tasavvuf evliyasına karşı olur! Risale-i Nur talebelerinin de Bediüzzaman hazretlerinin [kuddise sirruhû] hayatındaki nuranî hali görerek tasavvuf ve tarikat aleyhinde bulunmaması lazım gelir.
Sayfa 97
Bir kulun kemalatı sünnet-i seniyyeye uyduğu ölçüdedir.
Reklam
Ârif olan her zaman âlimdir. Ama her âlim ârif olamaz.
Iman marifete, marifet muhabbete, muhabbet Allah ile ülfet ve ünsiyete geçmedikçe insan kâmil olmaz.
Hayatın emaresi idrak ve fiildir. Noksanlık, orta halli olmak ve kemaliyet sahibi olmak bu iki hususa binaen oluşur. Insan bu iki vasıfta meleklere benzediği sürece hayvansal sıfatlardan uzak, meleklik sıfatlarına yakın olur. Melekler de Allah'a Teâlâ ya yakındır.Yakına yakın olan yakındır.
Eğer, "Ariflerin Allah'ı tanımada varabilecekleri son nokta nedir?" diye sorarsan cevaben, "Ariflerin varabileceği nihayet O'nun zatını tanımaktan aciz olduklarını bilmeleridir" derim.
Bil ki Allah'ın [azze ve celle] isimleriyle ilgili, sadece bu manaların Allah Teâlâ için var olduğunu, isimlerin kelime köklerini ve açıklamaları ile lafızlarını duyup bilmesi dışında bu isimlerden payı olmayan kul; nasibi az, noksan ve derecesi düşük bir kuldur. Bu durumdaki bir kimsenin elde ettikleriyle iftihar etmesi güzel olmaz. Çünkü bu isimleri duymuş olmak, sadece seslerin idrak edildiği duyu organının sağlıklı olduğuna delalet eder. Bu da hayvanların kendisine ortak olduğu bir derecedir. İsimlerin kelime köklerini bilmek ise sadece Arapça'nın bilindiğine delalet eder. Bu da edebiyatçının, dilbilimcinin hatta bedevî ve zekâsı geri olan dilcinin bile kendisine ortak olduğu bir rütbedir.
Reklam
Küçük bile olsa her günahtan sonra tövbenin hemen yapılması farzdır. Kişi, tövbe edebileceği halde tövbeyi geciktirirse günahkar olur. Şeyh Izzeddin b. Abdüsselâm [rahmetullahi aleyh] şöyle buyurmuştur. “Kişinin tövbeyi geciktirerek tövbe edebileceği vakitler çoğaldıkça günahı da çoğalır. Dolayısıyla önceden yaptığı günah için tövbeye ihtiyaç duyduğu gibi yaptığı bu geciktirme için de bir tövbeye ihtiyaç duyar."
Âriflerden birine mesleğinin ne olduğu sorulunca, kesmek ve bağ- lamak olduğunu söylemiştir. Kesmek, kovulmuş şeytandan ilgiyi kes- mektir. Bağlamak ise, o ilgiyi Allah Teâlâ'ya bağlamaktır. İnsan, sadıklarla olan ilişkisini güçlendirip ihlâs, muhabbet ve tes- limiyetini sağlamlaştırmazsa Allah Teâlâ'ya ulaşması mümkün değil- dir. Zira bunlar tarikatın esasıdır. Bir kimse bunları elde etmek için gayret etmelidir. Böylelikle sâdât-ı kirâmın o kimseyi Allah Teâlâ'ya ulaştırması kolaylaşır. Mürid ihlâs, muhabbet ve teslimiyeti elde ederse sâdât-ı kirâmın manevi tasarrufuna ve himmetine nail olur. Çünkü sâdât-ı kirâm, mü- rid ile Allah Teâlâ arasındaki muhabbeti güçlendirir, şeytan ve nefsin hâkimiyet ipini keser ve onu Allah Teâlâ'nın ipine (dinine) bağlar.
Sayfa 175
Nakşibendiyye tarikatından maksat, Allah Teâlâ'ya yaklaşmak ve O'nun muhabbetini kalbe yerleştirmektir. Nakşibendiyye sâdâtı, Allah Teâlâ'nın muhabbetini insanların kalplerine çekmek için onlara yardımcı olmuş ve kalplerini tedavi et- miştir. Bunu da kalplerinden nefsanî arzuları çıkarıp yerine Allah sev- gisini yerleştirerek yapmışlardır. Allah Teâlâ'nın yoluna sımsıkı sarılanlarla bir bağ olması için on- larla birliktelik yapmak gerekir. Zira sâdât-ı kirâm da sadıklardan ay- rılmaz ve onlarla beraber olmayı emrederdi. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun" (Tevbe 9/119).
Sayfa 175
"Hakkı söyleyin, hakkı savunun, ömrünüzü kısaltmaz, rızkınınızı azaltmaz."
Şair der ki: "Kuşluk vakti güneşi ufukta parlar, Körün ışığı görmemesi güneşe vermez zarar."
51 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.