Rejim en başından beri kendisini kadınlar üzerinde göstermeyi ve hatta var etmeyi seçti. "İran'daki Kadınlara Yönelik Ayrımcılığa Karşı-Hemen Şimdi Eşit Haklar" örgütünden Sohaila Sharifi şunları anlatıyor:
İslamcılar devrimi kendine mal edip iktidara sızdıkça ilk hedefi kadınlar oldu. Humeyni'nin getirdiği ilk yasalardan biri kadınların örtünmesinin zorunlu kılınmasıydı; nihayetinde başka yasalar bunu izledi ve kadınlar her şeyi, sahip oldukları bütün hakları yitirdiler. Resmi olarak ikinci sınıf vatandaş oldular ve tamamen erkek vasilerine bağımlı kılındılar.
__
Che Guevara'nın bakan olmak yerine, ezilen halklar için Latin Amerika dağlarında mücadele vermesini takdir etmemiz için komünist olmamıza gerek yok. Bunun gibi Humeyni'nin bu yaşam tarzını da takdir etmek için de Humeynici olmanıza gerek yok.
Şimdi şu sözlere ne denilebilir Allah aşkına. Humeyni'ye evinin eskimiş duvarlarını göstererek "Büyük imam müsaade edersiniz bu duvarları yenilemek istiyoruz?" derler. Kendisinin cevabı şu olur: "Benim halkım fakru zaruret içerisinde iken, ben onlardan farklı bir mekânda yaşayamam. İran Milleti ben daha iyi bir yerde yaşayayım diye bu devrimi yapmadı."
____
Türk kadınının, Atatürkçü bir devrim anlayışı içinde elde ettiği kazanımlarının önemini iyi değerlendirebilmek için İran İslam Cumhuriyeti'nin, yirminci yüzyılın sonlarına yaklaşırken, İran kadınına layık gördüğü konuma kısaca göz atmakta yarar var. İran' da, "taammüden" işlenen cinayetlerde kadının tanıklığı kabul edilmemektedir. Katilin öldürülebilmesi için ödenmesi gereken "kan parası", eğer öldürülen kişi kadın ise, yarıya inmektedir. Koca, karısını "zina" yaparken görüp de öldürürse ceza almamaktadır. Okullarda kız ve erkek öğrenciler ayrı kitaplar okumakta, erkek öğretmenler kız öğrencilere ders verememektedir. Humeyni ve yakınları, İslam'ın "zor" ile bağdaşmayacağını söyleyerek, örtünme konusunda kadınlara baskı yapılmayacağım vaat ettikleri halde, örtünmeyen kadınlar işten çıkarılmakta ve doğrudan ya da dolaylı baskılarla kadınların örtünmeleri zorunlu kılınmaktadır. "İslam Devrimi"nden sonra, kadın yargıçlar işten atılmıştır.
1963 olaylarının sonunda ilan edilen sıkıyönetim ayaklanma sorumlularını hızla yargılamaya başladı. Tutuklananlar arasında Humeyni de vardı ve idam istemiyle yargılanıyordu. Ayetullah Şeriatmedari ve Milani ile bütün ayetullahlar birleşerek Humeyni'nin ayetullah mertebesine yükseltildiğini açıkladılar. Ayetullahlık makamı tutuklanma ve idam edilme karşısında dokunulmazlığı olan tek makamdı. Böylece Humeyni serbest bırakıldı, fakat kısa süre sonra Türkiye'ye sürgüne gönderildi.
Bundan böyle muhafazakârlık kendini devrimci ilan ederken, "ilericilik" ve solculuk taraftarlarının kazanımları muhafaza etmekten başka bir amaçları kalmayacaktı.
(...)
Ama özellikle ikisi bana son derece simgesel geliyor: İran'da Ayetullah Humeyni tarafından Şubat 1979'da ilan edilen İslam devrimi ve İngiltere'de Başbakan Margaret Thatcher tarafından Mayıs 1979'dan itibaren gerçekleştirilen muhafazakâr devrim.
Sayfa 107 - YKY Yapı Kredi Yayınları, Deneme, Çeviren: Ali Berktay, Mart 2019, 5. Baskı Mart 2020Kitabı okudu
Kadınların öğretmenlik gibi geleneksel bir mesleği seçmeleri bile, militan İslamcıların bazıları için çok fazlaydı. 1979 İslam Devrimi öncesi ve sonrasındaki vaaz ve yazılarında Humeyni kadınların ergenlik çağındaki erkek çocuklara eğitim vermesi sonucunda doğacak kaçınılmaz ahlaksızlıktan büyük bir öfkeyle bahsederdi.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Kemal Atatürk tam zıt görüşteydi. 1920'lerin başlarında verdiği bir dizi konuşmada Türk devleti ve toplumunda kadınların tamamen özgür olacağını açık açık ifade eder. Halkına sıklıkla söylediği üzere "Bizim en öncelikli görevimiz modern dünyayı yakalamaktır. Eğer halkımızın yarısını modernleştirirsek modern dünyayı yakalayamayız." 1920'lerde bu ifadeler çok şaşırtıcıydı ve üstelik beklenmedik bir kaynaktan, hem Osmanlı paşası ve generali hem de modern Türkiye'nin kurucusu olan bir kişiden geliyordu.
Humeyni, "Tanrı" tarafından vahyedilen ilahi yasaların mutlak, ebedi doğrunun ve toplumsal düzenin kuralları olduğunu vurgular. İnsanların mutluluğu ancak toplumun bu kurallara uygun biçimde düzenlenmesi ile mümkündür. İslam'ın kuralları (şeriat) insan hayatının her alanını düzenleyecek normlar getirmektedir. İlahi kuralların bir norm önermediği en küçük bir alan bile yoktur. Toplum insanlar tarafından yapılan yasalarca değil, bu "ilahi" yasalarca yönetilirse ancak adil bir toplum olur.
Seçim Yasası doğrudan ulemanın mali gücünü etkilemiyordu, ama daha önemli bir konuda, ulemanın ideolojik alanda güç kaynaklarını zayıflatıyordu. Kadınların erkekler gibi seçme ve seçilme haklarına sahip olmaları kadının, sosyal hayata müdahale etmesi anlamına geliyordu. Gayri müslimlere oy hakkı verilmesi de söz konusuydu. Humeyni ve Milani gibi din adamlarının Seçim Yasasına tepkisi sözel olarak İslam'ın temel kurallarına aykırılık noktasında yoğunlaşıyordu. Fakat 1979 Devrimi sonrasında kurulan İslam cumhuriyetinde kadınların oy hakkına sahip olduklarını düşünürsek ulemanın muhalefet nedeninin sadece görünüşte kadınlara oy hakkı tanınmasından kaynaklandığını söylemek çok yanlış olmayacaktır. Kadınların oy hakkı sadece bir araç olarak kullanıldı; gerçekte karşı çıkılan ise, Şah'ın Batı tipi reform önlemleriyle İslam'ı sosyal ve kültürel hayatta geriletmeyi hedefleyen politikasıydı. Ulema, Batı taklidi reformların ülkede yabancı egemenliğine yol açacağını, Batı emperyalizmine kapı açacağını ileri sürmekteydi.
1971'de İran iki bin beş yüz yıllık monarşisini abartılı bir tarzda kutlamıştı. Fakat Yom Kippur Savaşı'ndan sonra Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü'nün liderliğine geçince Batı desteği azaldı. Din adamları hoşnutsuzluk kaynağı oldu, yaygın ayaklanmalar yeniden ortaya çıktı. Şah sürgündeki düşmanlarına genel af sunduktan sonra Ocak 1979'da tedavi olmak amacıyla yurtdışına çıktı. Başbakan Şapur Bahtiyar'ın dinî lider olarak dönmesi için davet ettiği Humeyni, geniş çaplı İslam Devrimi'ne sebep olacaktı.