“ Uzayda yolculukların düşünü kurarız -oysa uzay, bizim içimizde değil mi? Ruhumuzun derinliklerini tanımıyoruz- Gizemli olan, yolunu iç dünyamıza doğru sürdürmekte. Sonsuzluk, bütün dünyalarıyla, geçmişle ve gelecekle, sadece içimizdedir, başka hiçbir yerde değildir. Dış dünya, sadece bir gölgeler dünyasıdır -gölgelerini ışığın dünyasına yansıtır. Şimdi içimiz, bize doğal olarak çok karanlık, yalnız, biçimden yoksun görünüyor- Ama bu kararma geçtiğinde, ve gölge cisim kayıp gittiğinde, bize ne kadar farklı gelecek -O zaman her zamankinden çok daha fazla haz alacağız, çünkü ruhumuz yokluk çekti."
Varoluş Süreci daha önce ekmiş olduğumuz tohumların yaşam deneyimlerimizin sınırlarını oluşturarak, şu anda deneyimlediklerimizle olan doğal etkileşimimize olan farkındalığımızı uyandırır.
İş, evlilik, çocuklar diyerek sonuna doğru gittikleri resmi mühürle damgalanmış yeniden üretim yolunda, şimdi yirmi yıllık taksitlerle bir taşınmaza bağlanıyorlardı.
Romancı, kendi dilini, kendi yaşamını, kendi düşünce dünyasını insana aktararak roman insanını değil, kendi insanını yaratır, kendini tekrarlar; oysa, biz, bir başka insanın, bir başka roman insanının peşindeyiz
Romancının önünde duran önemli bir sorun da insanı anlamaktır. İnsana inanmak, yaptıklarından ya da yapacaklarından kuşku duymamak, roman insanlarına güvenmek, bir başka deyişle roman insanlarıyla özdeşleşmek, romancının üzerinde titizlikle durması gereken önemli bir sorundur. İnsanın çok az anlaşılır olması, çok çelişik bir yaratık olarak kendini göstermesi, onu, algılamayı güçleştirir. Bu bakımdan romancı, daha duyarlı olmalıdır. İnsanı anlamak, ona inanmak sorunu çözen bir anahtar niteliğindedir.