"Ah düşlerim kaç kez, elle tutulur şeyler gibi dikilmiştir karşıma; gerçekliğin yerini almak değil, kendilerinin de gerçekliğe ne kadar benzediğini bana anlatmaktır dertleri."
Oysa içimdekileri gerçekten dillendirdiğimi hissedebilsem gözlerim dolardı, kendi benliğimin yamaçlarından usulca, büyülü bir ırmak gibi akardım, bilinçdışına, Tanrı dışında hiçbir anlamı olmayan uzaklara doğru.
Çocuklar, hissettikleri gibi konuştukları için müthiş edebiyatçılar sayılırlar, hem ayrıca hissettikleri, başkalarının ne diyeceği hesaba katılarak hissedilenler cinsinden değildir...
Bazen -hem de en beklenmedik bir anda- tam bir duygunun ortasındayken hayata karşı korkunç bir yorgunluk çöker üstüme, üstelik o kadar büyük bir yorgunluktur ki üstesinden nasıl geleceğimi bilemem. İntiharın çare olacağı şüphelidir, ölüm ise, bilincin ortadan kalkacağını varsaysak bile daha şüphelidir. Yorgunluk, yok olmanın değil -bu olabilirlikler arasına girebilir de girmeyebilir de- çok daha korkunç ve derin bir şeyin peşindedir: Var olmuş olmayı bırakmak; işte bunun hiç bir yolu yok.