Kitabı alırken temennim Abdülhamit'in istibdat dönemini, İttihatçı'ların dönemini ve işgal yıllarını kapsayan ayrı ayrı üç istanbul dönemini anlatmasıydı. Kitap bunu karşılamakla beraber leş gibi bir aydın profil sunuyor ne yazık ki. Abdulhamidin sarayında olup sabah akşam Abdulhamide sönen, dine saymaktan ağzı yamulan, evlilerin daima eşlerini aldattıkları, bekar herkesin neredeyse fahişe olduğu korkunç bir istanbul. Baş karakter Adnan dahi iğrenç biriydi. sabrederseniz eğer, güzel bir dönem kitabı. Dönem güzel değilmiş ona yapacak bir şeyimiz yok. Eh.
Üç İstanbulMithat Cemal Kuntay · Oğlak Yayıncılık · 20202,430 okunma
Bir günde okudum. Bir solukta bitirdim. Kuraklık yüzünden tüm köylülerin köyü terk ettiği, geriye sadece yaşlı bir adamın kaldığı anlam dolu ve sürükleyici bir hikaye. Kör bir köpeği ile aylarca süren yaşam mücadelesi oldukça etkileyiciydi. Diktiği mısır fidesi için sarf ettiği çaba ve sonunda vardıkları sonuç biraz göz yaşartıcıydı. Yaşamak için, yaşatmak için, hayatta kalmak için nedeni olan baş karakterin kurtlar ile mücadelesini ara ara dinlenerek okudum. Okudukça nabzım yükseldi ve susadım… ah bir yeşereydi o mısır… bir yazı geleydi…
küçüklüğünde yaşadığı sorunları içselleştirmiş, çözmeye çalışmış ancak çözememiş hassas biri olan Furlong, vicdanıyla baş başa kaldığında önce onu onu görmezden görüyor sonra ise bakalım ne yapıyor. Furlong’un iç dünyasını çok sevdim. Öyle zorluklardan gelip iyi bir iş iyi evlatlar zor valla helal olsun. Hristiyan ruhban sınıfı eleştirisi de vardı kitapta hoşuma gitti. Başka bir alıntıda şunu görmüştüm;
“Hani bazen olur ya sokakta dilenen ya da çöpleri karıştıran küçük bir çocuk görürüz. Vicdanımız çok şey yapmak ister. Fakat bir yandan da gerçeklerle savaşa girer. Çünkü onun için bir şeyler yapsak dahi milyonlarcası için bir şey yapamayız. Ve sonunda da gerçekçi olmak gerekirse hiçbir şey yapmadan çekip gideriz. “ hah işte öyle bir şey