Dokuzuncu Fasıl: Mertebe-i Ervâh
Vücûd, taayyün-i sânî ve vâhidiyet mertebesinden sonra, suver-i ilmiyye hasebiyle mertebe-i ervâha tenezzül eder; ve bu mertebede suver-i ilmiyye- den her biri birer cevher-i basît olarak zâhir olurlar. Bu cevâhir-i basîtadan her birinin şekli ve levni olmadığı gibi, zaman ve mekân ile de muttasıf de- ğildirler. Zîrâ zaman ile mekân cisme terettüb
*Ölüm vaktinde de hastaya ağrı, sızı verirler. O onlarla meşgul iken canını alırlar. *Demek ki; gönlünü herhangi bir düşünceye verince, gizlice sen den bir şeyler alırlar, götürürler. Azîz ömrünü tüketirler. Şeyh Sâdi hazretlerinin şu beyti Hz. Mevlâna'nın yukarıdaki beytini açıklamaktadır: عمر کرانمایه درین صرف شد / تاچه خورم صیف چه پوشم شتا "Bu dünyada değerli ömrüm, yazın ne yiyeceğim, kışın ne giyeceğim düşüncesi ile geldi geçti."
Sayfa 132Kitabı okudu
Reklam
Çalışıp, kazanan Allah’ın sevgili kuludur. HZ. MUHAMMED
Peygamberler devri geçtikten ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)'den sonra, her devirde gelen ve onun yerine geçen bir veli vardır. O veli de, peygamberimiz gibi bazı zorluklarla karşılaşır. Sıkıntılar, denemeler geçirir, bu hal kıyamete kadar böyle sürüp gider.
Hz. Mevlâna bir rubâisinde şöyle buyurur: “Arkadaşı ile hoş geçinen arkadaşsız kalmaz, müşterisi ile uzlaşan tâcir de iflas etmez. Ay geceden ürkmediği, karanlıklardan kaçmadığı içindir ki nûrlandı, ışık saçmaya başladı. Gül de o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı.”
Hz. Mevlâna, Mesnevi'sinde Rab'den uzaklığın önce gönül darlığına ve kalp kasvetine sonra da somut musibetlere sebebiyet verebileceğini bize şöyle anlatır: ''Hak yolunda okuyageldiğin virdi terk ettiğinde zahmete düşersin, sebebini bilmediğin bir gönül darlığı yaşarsın. Bu sebepsiz iç kasveti, bir çeşit uyarıdır, Hakk'ın bir terbiye yöntemidir. 'Devam edegeldiğin virdini bırakma, eski ahdini bozma, onu yerine getir' demektir. Gönlünü daraltan, seni sıkan bu şey sana ayak bağı olmadan önce bıraktığın virdine yeniden başla. Yoksa şimdilik -düşünce üzerinden- anlayabildiğin o manevi darlık, Hakk'ın bu işaretlerini görmezden geldiğin için bir müddet sonra somut alemde bir hadise, bir zorluk şekline gelerek ortaya çıkar. Yalnız hayatta iken ayak bağı olup seni sarsmakla kalmaz, ölümünden sonra da sana zincir olur. Hırsız, insanların mallarını çalıp götürürken içinde 'gönlünü tırmalayan bir sıkıntı, bir darlık hisseder. 'Bu iç sıkıntısı, bu gönül darlığı da neyin nesi?' diye kendine sorar. Ne olacak, senin kötülüğünden dolayı ağlayan zavallıların iç sıkıntısı, onların gözyaşlarının sana tesiri... Hırsız, bu iç sıkıntısına, bu darlığa aldırmayıp bunun gereğini yapmazsa mağdurların hüzünleri onun iç ateşini üfleyip daha da alevlendirir. içini daha fazla yakmaya başlar. O gönül sıkıntısı, iç darlığı, onun gereğini yapmadığı için bu kez somut bir hadiseye dönüşerek polislerin sıkıştırması haline gelir. Onun iç sıkıntısı mana halinde, içte gizli iken, somut alemde doğar, bayrak açarak meydana çıkar." (Mesnevi, Cilt 3).
Reklam
Eğer Mevlânâ Şiî ve Alevî olsaydı, birçok Şiî âlimleri gibi Hz. Ebu Bekir'den, Hz. Ömer'den, Hz. Osman'dan hiç bahsetmezdi. Halbuki Mevlânâ, Hz. Ali gibi, Peygamberimizin diğer aziz dostlarını da sevmekte ve eserlerinde onlardan bahsetmektedir. Bir fikir edinmek üzere gerek Mesnevî'de gerekse Dîvân-ı Kebîr'de Peygamberimiz'in dört sevgili dostunun isimlerinin kaç yerde zikredildiğini arz etmek isterim. Mevlânâ, Hz. Ebu Bekir'den Mesnevî'de on yerde, Dîvân-ı Kebîr’de sekiz yerde; Hz. Ömer'den Mesnevî'de on sekiz yerde, Dîvân-ı Kebîr'de yirmi yerde; Hz. Osman'dan Mesnevî'de dört yerde, Dîvân-ı Kebîr’de sekiz yerde; Hz. Ali'den Mesnevî'de kırk bir yerde, Dîvân-ı Kebîr'de de yirmi üç yerde bahsetmektedir.
Geri18
90 öğeden 81 ile 90 arasındakiler gösteriliyor.