“Bunu yaşadım, tamam kabul edilemez bir şey. Ama keşke babam olmasaydı bunu yapan ya da abim olmasaydı.” Çünkü en yakınları böyleyse gerisini düşünemiyor ve uzaklara dalıp gidiyorlardı. Haklıydılar. Düşünsenize, evinizin çatısı yok. Evinizin duvarı yok. Eviniz yok… her gün üşüyorsunuz. Her gün üstünüze yağmur, kar yapıyor. Güneş yakıyor sizi. Sığınağınızı kaybetmişsiniz. Size sormadan çocukluğunuzu çalmışlar… Düşünsenize, evsiz kalmışsınız…”
“”Ensest nedir?” Diye sordum. Konuştuğum her 10 kişiden yaklaşık 6’sı, kelime hakkında bir fikri olmadığını söyledi. Kanımca bu sözcüğün anlamının yeterince bilinmemesi, buna gereken tepkinin gösterilememesine yol açar ve önlemek için neler yapılması gerektiği de bilir. Kimse, ben bunun önlenmesine nasıl yardımcı olabilirim diye sormaz. Kimse elini taşın altına koymak istemez ve toplum “ Bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın” düşüncesiyle yaşar gider. Hiç kimse bu durumun kendi başına gelebileceğini, yakın çevresinde olabileceğini düşünmeyince topluma “bana ne’ci bir anlayış egemen olur. Bu anlayış toplumu kötü günlerin beklediğini haber veren bir işarettir aslında.”
“Aşkını sunduğun gözler, sana aşkla bakıyorsa eğer ve kalbinde yaktığı ateş, senin kalbini de yakıyorsa hiç çaba sarf etmeden…
İşte o gün, daldın demektir aşk okyanusuna…”
“Esmerim
Seni çok sevdim
Dili yok anlatabilmenin çaresizliğin
Bırakıp gittiğin gecelerde beni
Bir olup uykuyla sarınıp
Kimsesizliği örtünmenin
Dili yok sensiz geçen yıllarda
Dirilip ölmenin
“Övünürüz kaybetmeden kazandıklarımızla
Hala
Çok şey kaybederek kazanıyoruz bazen
Ya da
Kazanıyoruz hiçbir şey kaybetmeden
İkinciyi geçiyorum
Ruhsal katliam yoksundur emekten
Kaybetmeden kazanmak olmaz ki zaten
Ömrü bile
Zamanı kaybederken-kaybederekten
Kazanırken
Bu şiddet bu Celal neden
Durmadan dinlenmeden…”