Avrupa'nın Osmanlı/Türk imajını oluşturan tarihi olaylar arasında İstanbul'un fethi, Kanûnî Sultan Süleyman'ın dillere destan devlet adamlığı ve zenginliği, yenicerilerin askerî cesareti yahut haremlerin "gizemli dünvası" kadar, Osmanlı tarihinin en hazin hadiselerindenbiri de yer almaktadır. Bu, XV. yüzyılın ikinci yarısında bütün Avrupa'da konuşulan Cem Sultan olayıdır. Türkler arasında da yüzyıllar boyunca nedametle konuşulan Cem Sultan hadisesi Avrupa'da büyük yankılar uyandırmış, Osmanlı-Avrupa ilişkilerinde yabana atılamayacak bir rol oynamıştır.
Kültürel ön yargıların, kategorik ret ve kabullerin tahayyül dünyamızı ve yaşam alanımızı alabildiğine daralttığı şu günlerde, kendimiz kalarak ötekine açılmayı öğrenmek zorundayız.
Aristo, "Bir şeyi bilmek, onun kaynağını bilmektir." der. Yani bir şey bilmek, onu ortaya çıkaran ilk sebebi bilmektir. Ağacı binmek, tohumu bilmeyi gerektirir. Tohumu bilmek toprağı, suyu, güneşi ve tüm bunların ötesinde canlı olmanın manasını bilmektir. Ve tüm sistemde ilk sebep yani muharrik–i evvel, evrendeki tüm hareketi değişimi, dönüşümü başlatan ilkedir ve bu, ilk muharrik ve ilk sebep olan Tanrı'ya kadar geri gider. Bu bilim ilkesi kelam ve metafiziğe uyarlandığında şu anlama gelir: Âemi anlamak istiyorsan önce onu yaratanı bil.Eseri anlamak istiyorsun önce ustasını tanı. O ilk sebebe geri görüp kaynağı, ilk hareket ettiriciye geri döndüğünde tüm varlığın neden var olduğunu anlayacaksın. İşte o zaman her şey yerli yerine oturacak. İşte o zaman mana ile suret, dil ile hakikat, ifade ile mana yerine bulacak, birbirini bütünleyecek ve insan gerçek manada anlamaya ve ifade etmeye başlayacak.
Marx "Din kitlelerin afyonudur" dediğinde Hıristiyanlık ve Kilise dışında hangi dinî tecrübeden gerçek manada haberdardı? İslamı ne kadar biliyordu? Hinduizm'i, Budizm'i ne kadar biliyordu? Dinin devrimci ve dönüştürücü gücünü neden hiç görmedi ya da görmek istemedi?