Her hazanda birbiri üzerine dökülen ağaç yaprakları gibi insanlar da birbiri ardına toprağa yatarak yok oluyor. Bu değişmez, umumi bir kanun niçin endişe etmeli? Şu dünyada erilen başka ne var? Hayat yalan... Ölüm hakikat...
"Ne fark ederdi ki zaten? Herkes ölüyordu nasıl olsa; iyisi de kötüsü de, güçlüsü de zayıfı da, hayata dört elle sarılanı da yaşamı aşağılayanı da... Herkes göçüp gidiyordu. Her şey göçüp gidiyordu."
Ancak şunu unutmayalım ki, biz savaşın nerede yapıldığını tespit edememiş olsak bile böyle bir zafer yaşandı ve bu yüzde yüz gerçek. O hâlde bu zaferi kutlamak yerine neden her sene nerede yapıldığını tartışıyoruz.
Savaş mahallinin Denizli'de, Afyonkarahisar'da, Konya'da veya Isparta'da bulunmasından daha önemlisi; bu savaşın ve sonunda gelen zaferin mana ve değerini idrak edebilmiş miyiz? Buradan gereken dersleri çıkarabilmiş miyiz? Gelecek kuşaklara aktarabilmiş miyiz? Zaferi layıkıyla anıp kutlayabilmiş miyiz? Savaşı ve zaferi ulusa ve dünyaya yaptığımız mükemmel yayınlarla tanıtabilmiş miyiz? Asıl bunun sorgulanması gerekiyor.
Sultan Mesud'a da bir mektup gönderdi. O mektubunda sultana: "Sen ki, zeki adamsın, Romalıların bunu asla göz ardı etmeyeceklerini anlamalısın." diyordu
Bir kitabı okurken geçen iki saatin, ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince, insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
"Aynadaki kadın benim zıttım." Demişti, "ben ne kadar ev haliysem o, o kadar sokak. Ben sokulgan isem, o başını alıp giden. Ben gündüzüm, o gece... Çapkın, güçlü, özgür."