İçim dökülüyor önümdeki bardağa,masaya ve halıya
Gözlerim asıyorum avizenin sahte elmazlarına,asma tavana,uzaya
tabiki bunların seninle hiç bi ilgisi yok değil
Hanım çantası çiçeği vardır, bilir misiniz? İçi dosdolu kocaman yuvarlak bavul gibi. İşte gözlerim ağlamaktan hanım çantası çiçeği gibi. Bir posta da eve gelince ağladım. Gene olsa gene ağlarım.
Çok tartışıldı, yazıldı, çizildi. Biliçaltı ajıtasyon dediler, savaş sahnelerini eleştirdiler. İdeolojik reklam, basit olmuş, duygu sömürüsü, çok
Odamın perdelerinden içeri girmeye çalışıyor ay. Başımı çevirince, sertçe kesilip fırlamış bir tırnak parçası gibi görüyorum onu. Hemen gözlerimi kapatıp yastığın altına saklanıyorum. Sabah olmak üzere, bir an önce ayakkabılarımı görmek istiyorum.
Üç ay oldu ayakkabılarımı giymeyeli. Dolabın üzerinde duruyor pembe ayakkabılarım. Bağcıklarını
(Temmet)
/Duyguların Bulağı Turfa Suları Dudağı Çatlamış Yolcu
I.
Garip çok garip bir mevsimde
Ne yolda durak ne bir konak yolda
Han desen çok uzak kalır soruda
Düşmek bulmak bilinç bir linç içinde
Çünkü bil inçleriyle övünenden kaçan
Kaçtıkça sinirlere felç yağdıran dili dumura
Umuru umudu mahalle yangınına uğratan
Ben ne desem aklına ne
Hasan gibi sevmek
Burada yazdığım hadise gerçek bir olaydır ethem cebecioğlu hocanın bir konuşmasından alıntıdır ses kaydı mevcuttur. İnanıp yada saçma bulmak tamamen size bağlı beni son zamanlarda en etkileyen hadiselerden biri olduğu için sizlerle de paylaşmak istedim uzun ama okumanızı tavsiye ederim;
''bizim ankara'da hasan diye delikanlı
BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL
Yüreğime sığmıyor artık bunca hezeyan
Yerlere dökülüyor bildiğin gibi değil
Mutluluk diye ektim filiz verdi bu hüsran
Ciğerim sökülüyor bildiğin gibi değil
Uçurumlarda gönlüm düştükçe de düşüyor
Rüzgarlar sıcak esse bile içim üşüyor
Ufukta koca güneş sanki hüzün ışıyor
Ümidim yıkılıyor bildiğin gibi değil
Düğüm düğüm içimde kalıyor yediklerim
Koşa koşa kaçıyor bütün istediklerim
Lime lime doğranmış, sızlıyor kemiklerim
Etlerim çekiliyor bildiğin gibi degil
Adın Uğur, bahtin karadan daha kara
Kaderin harlı ateş, bedenin dersen çıra
Zamanı yük almışsın, gecede ışık ara
Günlerim yakılıyor bildiğin gibi değil.
09-05-2018
Uğur UKUT
"Bir kuş yüreğinin ucuna konmuştu.
Kovalamaya çalıştı.
Gönlün kanatları vardı zahir, uçup uçup duruyordu söz geçmiyordu.
Hangi yanımdan silkeleseler içim dışım gül kırığı, dökülüyor.."
Furuğ... öyle kelimelerle anlatılmaz, bir kere şiirlerinde kaybolsanız çıkamazsınız içinden, bazen oturur saatlerce okursunuz, bazen öyle bir sarsar ki yüreğinizi, kaçarsınız şiirlerinden Furuğ’un.
Furuğ’u farklı kılan, kaleminin sınır ve çizgi tanımaması. Önce aşkına “Esir” düşen sonra “Duvar”larını yıkıp yükselen ve “İsyan” eden, sonra “Yeniden
Asteğmen Şükrü Fuat askere yemekte pilav dağıtıldığını söylüyor ve aklını hayalini aşan manzarayı şöyle naklediyor:
"Pilavın taneleri boğazıma dizildi. İçim içime sığmıyor. Biraz endişelerim de yok değil. Teselli aramak için askerlerin arasında dolaşırken manga komutanlarından Aloş'un sesini duydum. 'Kimse yere yemek dökmeyecek... Pirinç dökülüyor... Dikkat edin kardeşlerim... Nankörlük etmeyin milletin malına...' Aloş'a yaklaştım, hani biz ölüme gidiyoruz, sen pirinç tanesinin derdindesin. Galiba farkında değilsin der gibi 'Aloş haberin var mı? Bu gece süngü hücumu yapacağız!' Aloş bana döndü ve gayet sakin ve kendinden emin bir eda ile 'Bilmem mi komutanım? Bilmem mi? Geride bıraktığım 8 emanetim var. Ölürken hem ailemin, hem milletimin hakkına nankörlük edemem' Sonra ellerini kaldırdı ve 'Allahım! Yüzümüzü kara çıkarma!' dedi."
Milleti için can vermeye gelmiş ama milletin bir pirinç tanesine nankörlük etmemeyi düşünecek yüce gönüller...
Düğümlenmiş boğazımdan şimdi yüzlerce gemi geçer.
Kalemi alıp 'Hiç'imi kağıda dökmek istedikçe, kader çizer ve beklemeden ansızın siler.
Yeni başlıyorum, hele gitme bir dur!
İçim 'his' ağrısı, dışım gittiğin o her şehir.
Gönlümün altını kazıyor korkunç, bir o kadar sağanak yağmurlar, kısa bir film oluyor her köşe başında yıldırım misali yoluma çıkıyor gözbebeklerin.
Sevgimi taklit ediyor çocuklar, cesaretimi takdir.
Bir kimliğe bürünüyor Kasım, bir yılgın boşluğa dökülüyor Eylül.
Bırakalım yağsın yağmur, boşaltsın yokluğunu, sen gel buraya...
Çünkü, ben tek atımlık kurşun gibi menzildeyim ve bu ayrılık çok çirkin.
Efsaneler dökülüyor toprağa bir doğuşu andıran
Ama içim sonu gelmeyen yenilgilere teslim
Geçmişe hasrettir çektiğim, bu yangın ikliminde
Ve sancılarla çevrilidir karanlıklardan uyanmak
Yılgın bir edayla hızlanır zaman, bana yetişmek için
Hatıralar bile unutur beni çaresiz bir telaşla
Rüzgârlar taşırken yitik sabahlardan seslenişimi
Durgun ruhuma ayrılık hüznü siner
Duvarlar suskunluğumu gizler en diri renkleriyle
Ve pencereler aydınlıkla doldurur en derin yaralarımı
Bense reddettim güzelliğe dair fırsatları
Hiç söylenmemiş şüpheleri haykırdım dağlara
Kaçınılmaz hatalarla ziyandayken mevsimler
Kuşlar bile güler avuçlarımdaki tasalara
Seyre dalar gözlerim olmazların yurdundaki mucizeleri
D.K.
Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz. Tutunamayanlar’dan
Bu anlatacağımın Selim Işık’la ilgisi yok.
Bu Selim’le aynı koğuştaydık, cezaevinde. Üst katımda yatar, geceleri homurdar, horuldardı. Ben topal olduğum için alt katı vermişlerdi bana. Selim’in horultusundan uyku
Babamı ziyarete Paşakapısı cezaevine nasıl gittik hiç ama hiç anımsamıyorum. Cezaevi avlusunda üçümüzün birlikte göründüğü iki poz fotoğrafa ne zaman baksam içim feci burkulur. Babamın saçları bembeyaz olmuş, besbelli epey kilo vermiş ki o benim tombul babamın beyaz keten elbisesi üzerinden dökülüyor sanki. Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel'in anılarını okuyunca neden o günleri anımsamak istemediğimi daha iyi anlıyorum şimdi. Cezaevi müdürünün odasında karşılıyormuş bizi babam, sonra da beni kucağına alıp öpüyor, kokluyor ve ağlıyormuş.