Onun kafasında bir müddet yaşamak için neleri feda etmem ki?.. Her şeyi..
Bana şimdi bir işaret versin, derhal, bir an düşünmeden şu tramvayın altına atlarım.
Acaba atlar mıyım?..
Ne zaman irademe müracaat edersem büyük bir yorgunluk duyuyorum...
Kendimi hadiselerin eline bırakayım mı? Acaba şu anda o ne düşünüyor? Herhalde beni değil...
İnsanların en zayıf tarafları sormadan,araştırmadan,düşünmeden,kafalarını palatmadan inanmak hususundaki hayret verici temyülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre işte bu bilmeden inanmakt için çırpınan kalabalıktır.
Görüyorsun ki hepsi hayata birer miktar kin borçlu. Hepsi çocukluklarından beri mahrum oldukları kuvvete hasret çekerek ve kendilerini yiyerek bu hale gelmişler. Hakikaten kuvvet sahibi olanlara haset ve imkânsızlıkla baka baka nihayet kuvveti en büyük, en tapılmaya layık bir mevcudiyet olarak kabul etmişler...
Bu gibi fikirleri doğuranlar,daima, ezilmeye, yok olmaya mahkûm olduklarını hisseden zümrelerdir. Bağırırlar, çağırırlar, ellerine fırsat geçerse suni olarak sahip oldukları bu iktidarı en vahşi bir şekilde kullanmaya kalkarlar; fakat nihayet hayatın ebedi kanunlarının pençesi altında çiğnenir ve mahvolurlar...
Soru sormaktan vazgeçmeyin. Merakın kendi varolma nedeni vardır. Sonsuzluğun, hayatın, realitenin olağanüstü yapısının üzerinde düşününce şaşırmamak mümkün değildir. Her gün bu gizemin minicik bir parçasını merak etseniz bile bu kutsal merakı ASLA kaybetmeyin...
İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir.
...en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır.
Kendilerinde bir şeyler bulunduğunu vehmeden bütün acizlerin hiç şaşmadan bu basit çareye: karanlık ve karışık olmak suretiyle derin ve manalı görünmek hilesine başvurduklarını unutuyoruz.
“Müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey : Hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var.”
“Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.”
Ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen da hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil... İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile... Sadece bir yalnızlık ihtiyacı...