Kemalizmin
-özel girişimi de yadsımayan- devletçilik anlayışı, sosyal demokrasinin, devletin toplum yararına gerektiğinde ekonomiye
karışma anlayışından farklı değildir.
Fransa Başbakanı Michel Rocard'ın şu sözleri, çağdaş demokratik solun ulaştığı noktayı vurgulamak açısından anlamlıdır:
"Bir sosyalist olarak, işverenleri hiçbir zaman fazla kar için eleştirmedim. Ama yeterince kar etmedikleri için eleştirdiğim
oldu. Ve daha da sık olarak, kısa vadeli hedefleri toplumun ortak geleceği için yararlı yatırımlara tercih ettikleri, bu nedenle
de karlarını uygun biçimde kullanmadıkları için eleştirdim."
- Özgür bir ekonomi politikasının ana görevi, büyük ekonomik işletmelerin gücünü denetlemektir. Devlet ve toplum, güçlü
çıkar gruplarının yemi haline gelmemelidir.
- Etkili küçük ve orta boy işletmeler, büyük işletmeler karşısında varlıklarını koruyabilmek için güçlendirilmelidir. Özel
grupların piyasaya egemen olmalarını engellemek açısından,
kamu işletmelerinin rekabeti mutlak sonuç verecek bir araçtır.
- Kamu mülkiyeti, kamu denetiminin, hiçbir çağdaş devletin
vazgeçemeyeceği meşru bir biçimidir. Ekonomik güçler arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir örgütlenmesi başka araçlarla güvence altına alınamadığı zaman, kamusal mülkiyet yararlı ve zorunlu olabilir.
- Devletin elinde de olsa, ekonomik gücün her türlü yoğunlaşması tehlike yaratır. Bu nedenle de, kamu mülkiyeti, yönetsel
özerklik ve yerinden yönetim ilkelerine göre kullanılmalıdır.
- Sosyalizmin özü, dün olduğu gibi bugün de, yönetici sınıfların ayrıcalıklarının yokedilmesinde ve bütün insanlara özgürlük, adalet ve refah götürülmesindedir. Sosyal Demokrat Parti, işçi sınıfının partisi iken, giderek tüm halkın partisi olmuştur.
- İşlerin bizzat yurttaşlar tarafından yönlendirilmesi dahil, yerel özerklik ilkeleri sosyal demokrasi için önemlidir. Dernekler de çağdaş toplumun yararlı kurumlarıdır.
İsveç'te 1932 yılında maliye bakanı olan sosyal demokrat Ernst Wigforss, sosyalizme işçi sınıfının yoksullaşmasıyla değil, tersine maddi koşullarının ve kültür düzeyinin giderek daha iyileşmesiyle ulaşılacağını savunuyordu.
İskandinav ülkelerinde sosyal
demokrat düşüncenin gelişmesinde de şu koşullar rol oynadı: Marksizmin, kapitalist gelişme süreci içinde, orta sınıfların yok olacağı yolundaki öngörüsü gerçekleşmemişti. Emekçiler giderek yoksullaşmıyor, tersine durumları iyileşiyordu. Giderek boğaz tokluğuna çalışma zorunda kalacak olan işçilerin, kendi yarattıkları ürünleri satın alamamaları sonucunda doğacak ekonomik bunalımları kapitalizmin aşamayacağı varsayımı da doğrulanmamıştı (Çöküş Kuramı). Genel oy hakkının elde edilmesiyle (İsveç'te 1918'de), barışçı yollardan iktidara gelebilme inancı artmaya ve demokratik kurumlara olan saygı yerleşmeye başlamıştı.
"Eğer toprak ve sermaye üzerindeki özel mülkiyet, zorunlu olarak birkaç tembeli
(kendi yetenekleri ile hak etmedikleri halde) zengin etmek için, pek çok işçiyi (kendi kusurları olmaksızın) sürekli olarak yoksul
tutuyorsa, bu mülkiyet sistemi de -yerine geçmiş olduğu feodalizm gibi- kaçınılmaz olarak ortadan kalkacaktır. "
Fabiancılık, sosyalizmde
işçi sınıfından çok aydınlara ağırlık tanıyordu. Bernard Shaw işi, sosyalizm önündeki en büyük engelin "işçi sınıfının aptallığı"
olduğunu söylemeye kadar götürmekteydi.
İngiltere'de demokratik sol ideolojinin doğum noktasında Fabian adlı bir derneğin bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. 1884
yılında, aralarında Sidney Webb ve Bernard Shaw gibi isimlerin de bulunduğu bir grup aydın tarafından kurulan dernek, antimarksist bir sosyalizm anlayışının öncülüğünü yapb. Amaç varolan rejimi devirmek değil, sosyalizmi toplumun kurumlarına sızdırmaktı. Kapitalizmden sosyalizme geçiş, devrimle değil evrimle olacaktı.
Marksizmin tersine, Jaures, sosyalist devletin yakın bir gelecekte "tarihsel bir zorunluk" olarak ortaya çıkacağını düşünmüyor. O'na göre, sosyalist devlet, ancak aydınlanmış bir çoğunluğun, bilinçli çabaları ile kurulabilecektir.