Yanlış yerde bekliyor bu çocuk. Kesin. Bu kadar bavulla bir yere gidiyor olmalı. Ama o beklediği yerden geçen hiç bir vesait insanı bunca bavulla gidilecek bir yere götürmez. En fazla bir sırt çantasıyla gidilecek yerlere götürür. Yolun karşısına geçmesi lazım. Yanlış yerde bekliyor. Belli. Çok belli. Gelen dolmuşların tabelalarına bakıyor
İnsan tabiattan, ağaçtan, meyveden, sebzeden, topraktan, iğde kokusundan, çimentodan-çiçekten, böcekten kopmamıştı.
Çocuklar horozdan korkmuyordu. Uğur böceğini tanıyorlardı.
Bazı nadanlar şöyle diyebilir: Tanıyor da ne oluyor yani. Diyelim:
Ağacı, toprağı, kuşu, yaprağı, uğur böceğini tanımayan, onları sevip okşamamış olan insanı da tanımaz, sevmez. Kendisi eşyaya teslim olduğundan, hayatında bir kez olsun ne gül ne leylak koklamadığından, eşya arasında kaybolduğundan insana da eşya muamelesi yapar. Numara verir; bugün git, yarın gel der.
İncelemelerimi okuyanlar bilir. Hem eskilerimi hem yenilerimi toparlayacağım bu incelememde.
90’ların sonuna çocukluğunu yetiştirenler bilir. Mutlaka her ailede bir anlatıcı olurdu. Dantelle televizyonların örtüldüğü yıllardı. Dantel kaldırılır televizyon açılırdı. Hayır böyle olmazdı. Ev ahalisi toplanır, misafirler gelir, yer sofrası serilir
İnsanlar öldüğünde izlediği filmler ne olur bilmiyorum. Dinledikleri şarkılar, içlerinde biriken özlemler. Okudukları kitaplar boşa mı okunmuş olur misal? Bir kuş gibi çırpınan kalpleri, ısındıkları bahar güneşleri, ciğerlerine çektikleri taze çimen kokuları. İlk sonbahar yağmurlarıyla gizledikleri gözyaşları. Yalnızlıktan üşüdükleri kışlar, kederi gizlemek için saklandıkları çocukluk gülüşleri, sadece yalnız olmadıklarını düşündükleri için imrendikleri insanlar. İzleyeceği bir filmi seçerken, içlerinden geçen hayat sıkıntıları, iç sıkıntıları ne olur bilmiyorum. Kalplerindeki kırıklıklar, hasretler, ayrılıklar. Geride kalan bir pul koleksiyonu. Tam büyümemiş bir iğde ağacı. Yürüdükleri eksik kaldırımlar. Hiçbirini bilmiyorum.
"İncir ağacı baharın gelişini haber veren ağaçlardan değildir. Hiç incirler çiçek açtı, bahar geldi dendiğini işittiniz mi? İncir ağacı doğurgan ve çilekeş annelere benzer. Sütlüdür ve kayayı deler.. Ne meyvesi ne çiçeği kokar. Kendini belli etmeyen bu meyve ne ilahi bir lezzete sahiptir.
İğde ağacı, incir ağacının aksine cazibeli kadınlar gibidir, kokusunun peşinden gider insan. Ama meyvesi için ümitleri boşa çıkarmış evlat desem yeri; tatsız, kumsu, o muhteşem kokudan nasibini almamış yavan bir meyve."
Renkli bir kişiliği vardı.. Erleriyle sigara içip sohbet eden, köylüyle ayran bölüşen, şekerli kahve içen, fal baktıran, gecelik entarisi giyen, bağdaş kuran sade bir vatandaştı. Yemek seçmez, sofraya gelen her yemeği yerdi. Karnıyarığı, kuru fasulyeyle pilavı gül reçelini ve kavrulmuş leblebiyi çok severdi.
Arkadaşlarıyla sokaklarda korumasız
"Nisan yağmurlarının ardından her yan yeşile kesti.
Arada ezilmiş ot kokusu esip geçiyor . Birkaç gün sonra iğdeler açar . Geceler baygın iğde kokularıyla dolar. Onları ıhlamur ağacı takip edecektir . Sonra güller, menekşeler , laleler..."