Bir salıncak harmonisi altında kayıyor yer altımda ..Her dönüşümde büyüyor otlar kalınlaşıyor salıncağımı tutan ağacın gövdesi .Daha ileri ,daha yukarı arzusuyla salınıyor hırsımın salıncağı bir aşağı bir yukarı voltasında. Gökyüzü bir bulut , bir kar ,bir yağmur, bir güneş .Her mevsim bir bir geçip gidiyor ayaklarımın altından. Saçlarımı tel tel ağartıp alırken rüzgarında .. Ağacım yaşlanıyor ben salındıkça, otlar sararıyor ,yer çamur ,yer beyaz ,yer yeşil ve yer kuruyor. Gövdesi bükülüyor ,benden habersiz sallanıyor artık salıncağım .Tempo tutamıyor seyrime artık. Genç bir ruh, ihtiyar beden misali .Benden gizlemiş ağacım ;sırtım dönük kalburunu.. ayaklarım toprağa değiyor çünkü farkediyorum . Gökyüzüm kayboluyor seyrimden. Hissettirmeden, yaprakları sararmış kavak, yelleri esiyor karşımda..anlıyorum ,bu son bahar .Hayatın özetini çıkarmaya hazırlanıyor yaşım ve herkes gibi bir damla gözyaşında hayatım dökülüyor..
İhtiyar, dağın sırtına çıkarken gün ışığını ayaklarının altında bir güzel ezdi. Güneşin sıradağların doğusundan gelen ışınları bambu bir sopa gibi yüzüne, ellerine ve ayak parmaklarının uçlarına vuruyordu. Yüzünde sanki tokat yemiş gibi bir yanma hissetti, yanaklarındaki kırışıklıkların göz kenarlarıyla birleştiği yere kor gibi sayısız incinin gizlendiği kıpkırmızı bir ağrı yuvalanmıştı sanki.
-Ya sen ne yapacaksın?
-Benim tarlada bir tane mısır filizi çıkmış.
-Bir mısır filizi seni açlıktan kurtarabilir mi ki ihtiyar?
—Yetmiş iki yaşındayım, üç gün boyunca yürürsem yorgunluktan ölürüm zaten. Öleceksem kendi köyümde öleyim bari.
Neden liman deyince
Hatırıma direkler gelir
Ve açık deniz deyince yelken?
Mart deyince kedi,
Hak deyince işçi
Ve neden ihtiyar değirmenci
Allaha inanır düşünmeden?
Ve rüzgârlı havalarda
Yağmur iğri yağar?
"Tatlılıkla kullanılan her kelime yara sarar,
kullanılması bilinmeyen her cümle yara açar.
İnsan; inceldiği yerden değil, incindiği yerden kopar."
Bir söz ki ;
Bir gönlü bir ömür bahtiyar eder..
Bir söz ki ;
Bir gönlü bir günde ihtiyar eder..
"...
Dedemin zamanında bir arhont'un kızı, genç bir çobanı sevmişti. Ama babası çocuğu istemiyordu; arhont kızı ağlıyor, bağırıyor, kendini öldürmeye kalkıyordu; ama ihtiyar, bildiğinden şaşmıyordu. Ta ki, bir akşam iki âşık ortadan yok oluverdi. Bir gün, iki gün, üç gün, bir hafta onları aradılar, yook! Ama mevsim yaz olduğu için çabuk koktular. Kokuyu izleyerek onları bir incir ağacının altında çürümüş ve birbirine sarılmış bir halde buldular. Anladın mı? Kokudan buldular onları...."
"Kafayı geçmişe takmak insana acı verir, dedi ihtiyar düşünceli bir tavırla. -Geçmişte yaşananlar içilmiş içki gibidir! Mutluluğu geçmişte aramanın ne anlamı var?..."
Bugüne bugün kral benim. Bunu da göstereceğim size!" Bu sözleri söyleyince elindeki büyük kudreti düşünerek gülümsedi, bu yüzden öfkesi geçer gibi oldu. Sonra Flaman'lara dönerek: "Başmabeyinci, baş bilmen neci, bir sürü baş. Bunların hiçbiri iş görmez. Asıl işi hep uşaklar, hizmetçiler görür." Durdu, bir müddet düşündü. Sonra ihtiyar başını sallayarak ilave etti: "Ben bu tembel alayını besleyemem. Bu konuda tıpkı Kral Endouard gibi düşünüyorum. O ne derdi bilir- siniz elbet: Kral milleti kurtarmalı, derebeylerini öldürmeli.
- İzzet Efendi, yanlış fikir de, doğru fikir de bilinmelidir; hiçbir şey yoktur ki ondan faydalanılmasın. Bilmek, kabul etmek demek değildir. Aksine, uzun ve dolaşık yolu bilmem, kestirme yolu ihtiyar etmeme sebep olur.
Yaşamak Eserde kumar oynayarak ailesini yıkıma sürükleyen ve sonra ailesini ayakta tutabilmek için çabalayan Fugui’nin yaşamını okuyoruz.
Kitapta ikinci bir anlatıcı da söz konusu. Birinci anlatıcı, köy köy gezerek köylülerin hayat hikayelerini türkülere aktaran ihtiyar; ikincisi ise ihtiyarın karşılaştığı, bizlere keder dolu allak bullak olmuş hayatının hikayesini anlatmaya başlayan Fugui.
Babasının atalarını onurlandıracağını düşünen Fugui, mal varlığını kumarda kaybettikten sonra, sevdiklerini de birer birer kaybetmeye başladığını idrak ediyor. Bu olay onun için toparlanma sürecinin başlangıcı oluyor. Herkese karşı hoyrat ve acımasız olan Fugui, para kazanmanın peşine düşüyor ve esasında hayatında var olan, ancak bu zamana kadar görmezden geldiği sevdiklerinin farkına varıyor. Fugui yaşama dört elle sarılıyor sarılmasına ama bunun gerçekten yaşamak mı, yoksa yaşamanın vermiş olduğu bir lanet mi olduğunu sorgulamaktan kendimi alamadım. Sevdikleri için yaşayacağına söz veriyor ve sanki o günden sonra bir lanete uğruyor. Fugui sözünü tutuyor ama bunun acısını da çekiyor. Yu Hua, karakterinin çektiği pişmanlık ve ıstırabı öylesine derin anlatıyor ki verdiği kayıplara, çabalarının sürekli yerle yeksan olmasına karşın Fugui’nin tüm bu olanlar karşısında sergilediği tutum takdir edilesi.
Hoyrattır bu akşamüstüleri daima.
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik