İsmail, evlat hasretiyle yanıp tutuşan ve dokuz seneye yakındır çocuğu olmayan bir dava adamıydı. En sonunda Allah ona bir kız çocuğu nasip etti. İsmail, kızına yılların da hasretiyle Ruhiye adını verdi. Kız çocuğu, bir müddet sonra amansız bir hastalığa yakalandı. İhvan ilk kurulduğunda bu altı kişilik ekip, Hasan el-Benna'nın öncülüğünde her hafta bir evde ders yapıyor, ümmetin sorunlarını konuşuyor ve kararlar alıyorlardı. Bir akşam İsmail'in evinde toplandılar, ders yaptılar, kararlar aldılar. Dersin sonunda İsmail dava arkadaşlarına tatlı ikramında bulundu. Hasan el-Bennâ ve arkadaşları evden ayrılırken İsmail, Hasan el-Benna'nın elinden tutup, "Üstad, arkadaşlara yarın cenazeye gelmeleri için haber verir misin kızım öldü" dedi. Hasan el-Benna, “İsmail, kızın ne zaman öldü?" deyince İsmail, "Üstad biz içeride toplantı yaparken" dedi. Hasan el-Benna, "İsmail bize niye haber vermedin, biz içeride tatlı yedik" deyince İsmail, "Üstad, kızım öldü davam değil" diyerek, doksan yıldır Mısır'da zalim firavun sistemlerini kökünden sallayan bir hareketin hangi evlerde, hangi fedakârlıklarla kurulduğunu ortaya koyuyordu. İşte bizim davamız, İsmail'in, şehit Hasan el-Benna ve dava arkadaşlarının uğruna en sevdiklerini verdiği o mukaddes davadır
Huseyn Hicazi "Ümmete kendini feda eden cemaat" adlı kitabında şöyle diyor: "Eğer ki, İhvan-ı Müslimin cemaatini dağıtan en-Nakraşi hükümetinin bu yaptığı olmasaydı ve Üstad el-Benna'yı şehid eden İbrahim Abdulhalidi'nin bu fiili olmasaydı, bu sessiz Müslüman Gençler topluluğu Filistin'in tamamını gasbedicilerin elinden kurtarabilirdi."
Muhteşem..Beğenmek ne kelime bayıldım...Bunu okumayan Tefsir okudum demesin!!!
''İlmî ve fikrî çalışmalarını önceleri daha çok Kur’an’ın edebî i‘câzı üzerinde yoğunlaştıran Seyyid Kutub, daha sonra Kur’ân-ı Kerîm’den ilham alarak hazırladığı makalelerini “Fî Ẓılâli’l-Ḳurʾân” başlığı altında el-Müslimûn dergisinde yayımlamaya başlamış,
Birbirinizi uyandırın, birbirinizi sevin, birbirinize buğz etmeyin. İhvan ihvana buğz etmesin. Bir daha bu kardeş- lik bulunur mu? Bu kardeşliğin dünyada da ahirette de faydası var.
Sadettin Ökten: Çay bizim kültürümüzde tahmin ettiğimizden çok daha büyük öneme sahip.
"Geldi hengâmi herem gayri günahtan geçelim
Mey-i yakuta bedel çay içelim, çay içelim."
Yani, "Yaşlılık zamanı geldi, günah işlemeyelim, ölüm yaklaştı artık mey'i yakuta bedel çay içelim," diyor.
"Çay, kadehte dîde-efrûz olmalı
Lebrîz ü leb- reng ü lebsûz olmalı"
Yani çaya baktığınız zaman gözünüz parlayacak, dudağı hafif yakacak, biraz acımtrak olacak ve bardakta dudak payı az olacak. Bu da bizim klasik çay tariflerinden birisi.
Kemal Sayar: Çay için bazı dervişler "küçük ihvan" derlermiş.
"Şövalye, gözünü kırpmadan sol elinin ayasını boydan boya kesti. Şaşkınlık içinde, tutmakta olduğu bıçağı Ebu Ali'ye verdi. Ebu Ali keskin hançeri bu kez de Cebbar'a verdi. Yaşlı adam da aynı şekilde davrandı, sol elinin ayasını kesip, bıçağı Büyük Üstada uzattı. Paynes ne yapacağını biliyordu. O da elini kesti, bıçağı sahibine iade etti.
Ebu Ali, hançerini kınına ve kuşağına soktuktan sonra, sol eliyle Godfrey'nin sol elini tuttu. Bıraktıktan sonra, bu kez de
Paynes'in sol eline uzandı. Kitapçı da aynı şekilde davrandı. İki İhvan-ı Safa Asili küçük seremoniyi bir birlerine bakıp aynı anda söyledikleri, "Kanlarımız birleşti, kardeş olduk!" diyerek noktaladılar.."
Nutk, “fikrî” ve “lafzî” olmak üzere ikiye ayrılır. Lafzî nutk, insan bedeninin bir organı olan dilden kaynaklanarak, bedenin diğer bir organı olan kulağa ulaşan ses ve hecelerden oluşur; dolayısıyla cisim ve duyularla ilgilidir. Bu yüzden kelâmın ne olduğu, nasıl oluştuğu, anlamı nasıl gösterdiği (delâlet) vb. konuların mantık çerçevesinde incelenmesine Dil Mantığı (İlmu’l-Mantıki’l-luğavî) adı verilir. Fikrî Nutk ise insan zihninin (nefs) varlıkların anlamını özleri itibariyle tasavvurundan başka bir şey olmayıp ruh ve akılla ilgilidir. Bu bağlamda zihnin varlıkların anlamlarını özleri itibariyle idrâk edişi, ilham ve vahyin keyfiyeti gibi konuların mantık çerçevesinde ele alınıp incelenmesine de Felsefî Mantık (İlmu’l-Mantıki’l felsefî) denir.
Sayfa 38 - türkiye bilimler akademisi, 2016, ankara