Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü; bilgelik çağıydı, ahmaklık çağıydı; inanç devriydi, inançsızlık devriydi; aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi; umudun baharıydı, umutsuzluğun kışıydı; önümüzde her şey vardı, önümüzde hiçbir şey yoktu; hepimiz doğrudan cennete ya da hep birlikte doğruca diğer yola gidiyorduk... Kısacası devir o kadar şimdiki devre benziyordu ki, devrin en çok ses çıkaran yetkililerinden bazıları, "İyi ve "kötü" sıfatlarının karşılaştırılmasının yalnızca üstünlük açısından yapılmasında direniyorlardı
Rıza Tevfik, sözü kesilmemek şartıyla bir oturuşta farkında olmadan bütün marifetlerini gösterenlerdendi. Hakikatten güzel konuşurdu. Fakat söz uzadıkça mecrası değişir ve şaşırtıcı tezatlar başlardı. Yahya Kemal'in, onun meşhur Londra seyahati dönüşünde bu hâlini anlatan pek latif bir hikâyesi vardır. Bir gün koltuğu altında büyükçe bir
Sayfa 171
Reklam
Makus talihimiz... Her devrin hikayesi.. iki ileri bir geri..
ŞABAN: vapur ilerliyor. MISTA: İlerlesin. ŞABAN: arkamızda ne yandı? MISTA: bilmem. ŞABAN: hisarlar aydınlanacak elbet. Hem de nasıl rengarenk. MISTA: fon müziği? ŞABAN: ayıp ettin Mista Bey. Burda fon müziği Mehter Marşından başka ne olabilir. MISTA: Çok doğru. ŞABAN: Fatih'in akıncı ruhuna en iyi Mehter marşı eşlik edebilir. Mehter marşı bizim ananemizdir. Her şeyimizdir. Mehter marşı bizim milli marşımız olsa yeridir. MISTA: Ne bakıma yani? ŞABAN: Mehter tarihimizin özetidir. Ötesi var mı? İki adım ileri bir adım geri. Ne kadar sembolik değel mi? Tanzimat, Meşrutiyet iki adım ileri, 31 Mart bir adım geri, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet iki adım ileri, Menemen isyanı bir adım geri, 27 Mayıs, Kurucu Meclis iki adım ileri, koalisyon bir adım geri. Az gittik uz gittik bir de baktık olduğumuz yerdeyik...
Zamanların en iyisi ve en kötüsü
Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü bilgelik çağıydı, ahmaklık çağıydı, inanç devriydi, inançsızlık devriydi, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, umudun baharıydı, umutsuzluğun kışıydı; her şey önümüzdeydi, önümüzde hiçbir şey yoktu; ya hepimiz doğrudan cennete ya da tersine gidiyorduk… Kısaca, devir şimdiki devre o kadar benziyordu ki, devrin önde gelenleri, “iyi” ve “kötü” karşılaştırmalarının yalnızca üstünlük derecelerinde yapılmasında direniyorlardı.
Denk geldiğimiz devrin tanımı
Zamanların hem en iyisi hem de en kötüsüydü. Bilgeliğin ve aptallığın çağıydı. Hem inanç hem de kuşku devriydi. Işığın da asrıydı karanlığın da. Hem umut baharıydı hem de umutsuzluk kışı. Her şeye sahiptik hiçbir şeyimiz yoktu..
Peki, sürekli değişir mi lale devrinin başkenti? Birbirlerinden lale alıp, kanallar ve boğazlar boyunca tepinen iki şehir arasında gidip gelir mi devrin merkezi? Milyonlarca lale dikip saltanat kayıklarında eğlenmek ile milyonlarca lale arasında duman çekmek arasında devr-i daim mi yapar sürekli? Yazılırken sanki "iki şehrin hikayesi" (yüce Dickens affetsin bizi), biri madde bağımlılığına, öbürü ruh köleliğine geçmiş gibi. Afyonlanmış akıllarla dolaşmak, gevşemenin albenisine kapılmak, yükseklere kafasını çarpıp durmak için; biri bitkiyi, diğeri dini seçmiş gibi. Bütün meydanlar lale dokusuyla, bütün meydanlar haşhaş kokusuyla, bütün meydanlar dini huşuyla dolup taşıvermiş sanki. Aşamalı bir devrim yaşanmış birinde, haşemalı bir evrim diğerinde.
Sayfa 66 - Yordam Edebiyat
Reklam
43 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.